Daha Fazla

ROMAN VE ÖYKÜ


Modern Kürt edebiyatı, 20. yüzyılın başlarından itibaren Kürt halkının toplumsal, kültürel ve siyasi yaşamını yansıtmaya yönelik önemli bir gelişim göstermiştir. Bu dönemde roman ve öykü türleri, sadece edebi birer araç olmaktan çıkmış, aynı zamanda bir halkın ulusal kimliği, özgürlük mücadelesi, toplumsal sorunları ve kültürel mirasını ifade etmek için kullanılan güçlü birer araç haline gelmiştir. Kürt romanı ve öyküsü, yazıldığı dönemin toplumsal değişimlerine, politik gelişmelerine ve halkın yaşadığı sıkıntılara ayna tutan eserler olarak ortaya çıkmıştır. Bu yazıda, modern Kürt edebiyatında roman ve öykü türlerinin gelişimini, önemli yazarları ve eserlerini daha ayrıntılı şekilde ele alacağız.


Kürt Romanının Gelişimi


Erken Dönem Kürt Romanları

Modern Kürt romanının temelleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde atılmaya başlamıştır. Ancak Kürt romanının gerçek anlamda şekillenmesi ve derinlik kazanması, 20. yüzyılın ilk yarısına denk gelir. İlk Kürt romanları, geleneksel halk anlatılarına dayanan eserlerdi ve büyük ölçüde halkın yaşam biçimini, geleneklerini ve kültürel değerlerini yansıttılar. Bu dönemin önemli örneklerinden biri, Mewlana Khaliq tarafından yazılan 'Kurdên Xorasanî' adlı romandır. Bu eser, Kürt halkının sosyal yapısını, geleneksel yaşam biçimlerini ve ağa-bey ilişkilerini ele alarak dönemin toplumsal dinamiklerine ışık tutmuştur.


Cumhuriyet Dönemi ve Toplumsal Temalar

Cumhuriyetin ilanı sonrası, Kürt edebiyatında ve özellikle romanda önemli değişimler yaşanmıştır. Bu dönemde, Kürt romanı daha çok Kürt halkının sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlarına odaklanmaya başlamıştır. Bununla birlikte, Kürt milliyetçiliği, ulusallık ve bağımsızlık mücadelesi gibi temalar, romanlarda derinlemesine işlenmiştir. Bu dönemin en önemli temsilcilerinden biri, Cigerxwîn’dir. Cigerxwîn, hem şair hem de romancı olarak, Kürt halkının özgürlük mücadelesine dair güçlü eserler vermiştir. Romancılığı, Kürt halkının tarihsel geçmişine, kültürüne ve diline dair derinlikli bir anlayışa dayanıyordu.


Sovyetler Birliği’ndeki Kürt Romanı

Sovyetler Birliği’nde yaşayan Kürtler, bu dönemde modern Kürt romanını daha özgürce geliştirme fırsatı buldular. Sovyet Kürt Edebiyatı, özellikle Kürt halkının ulusal bilincini artırmaya yönelik eserler üretti. Şerif Ali Tekalan’ın yazdığı 'Şahbaz' adlı roman, bu dönemin önemli örneklerinden biridir. Roman, toplumsal değişim ve modernleşme sürecinde Kürt halkının yaşadığı kimlik krizi ve geleneksel değerlerle modern dünyanın çatışmasını işler. Ayrıca, Mehmet Uzun ve Ferhad Shakely gibi yazarlar da, Kürt halkının özgürlük mücadelesini ve ulusal bilincini romanlarında işlerken, edebiyatın biçimsel yapısına da yenilikler getirmiştir.


Modern Dönemde Kürt Romanı

1980'lerden sonra, Kürt romanı daha da olgunlaşmış ve modernleşmiştir. Mehmet Uzun, Kürt romanının önemli temsilcilerinden biridir. Uzun’un eserleri, Kürt halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine dair derin bir anlayış taşır. 'İsyan' adlı romanı, Kürt halkının tarihsel geçmişini, içsel çatışmalarını ve özgürlük mücadelesini modern bir bakış açısıyla ele alır. Uzun’un eserlerinde, toplumsal adalet, eşitlik ve özgürlük gibi evrensel temalar da önemli bir yer tutar. Ayrıca Ferhad Shakely’nin eserleri, Kürt halkının yaşadığı travmaları ve dönemin siyasi atmosferini derinlemesine ele alan modern romanlardır.


Kürt Öyküsünün Gelişimi


Erken Dönem Kürt Öyküleri

Kürt öyküsünün temelleri, geleneksel halk anlatılarından beslenmiştir. İlk Kürt öyküleri, genellikle halkın yaşamını, geleneksel değerlerini ve toplumun dinamiklerini yansıtan basit ama derin anlamlar taşıyan anlatılardır. Bu öykülerde genellikle köy hayatı, geleneksel aile yapıları ve toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiler işlenmiştir. Selim Temo, Kürt öykücülüğünün önemli bir öncüsü olarak kabul edilir. Onun öyküleri, Kürt halkının geleneksel yaşam biçimlerini, değerlerini ve aile ilişkilerini anlatan eserlerdir.


Siyasi ve Toplumsal Dönüşümün Etkisi

20. yüzyılın ortalarından itibaren, Kürt öyküsü de toplumsal değişimlerin etkisiyle daha politik bir çizgiye kaymıştır. Özellikle Kürtlerin yaşadığı coğrafyada yaşanan siyasi olaylar, Kürt öykücülerini ulusal bilinçlenme, özgürlük mücadelesi ve toplumsal adalet gibi evrensel temaları işlemede daha cesur hale getirmiştir. Fuat Temo ve Ebdurehman Hakkâri, Kürt öykücülüğünün önemli temsilcilerindendir. Fuat Temo’nun 'Çirok' adlı öyküsü, Kürt halkının ulusal kimliğini, kültürel mirasını ve özgürlük taleplerini işlerken, Ebdurehman Hakkâri ise, Memê Alan adlı tiyatro oyununda Kürt halkının yaşadığı toplumsal ve siyasal sorunları derinlemesine dile getirmiştir.


Modern Kürt Öyküsü

Modern Kürt öyküsü, özellikle 1980'ler ve sonrasında, bireylerin içsel dünyalarını, toplumsal sorunlarla olan ilişkilerini ve Kürt halkının ulusal mücadelesini daha derinlemesine inceleyen eserlerle şekillenmiştir. Mehmet Uzun, Ferhad Shakely gibi yazarlar, sadece Kürt halkının toplumsal yapısını ele almakla kalmamış, aynı zamanda bireylerin içsel çatışmalarını, aşkı, ayrılığı ve özgürlük mücadelesini de öykülerinde işlemişlerdir. Şahram Nazari ve Çiya Dîcle gibi çağdaş yazarlar ise, modern Kürt öyküsüne yeni bir soluk getirmiştir. Bu yazarlar, Kürt halkının yaşadığı toplumsal ve kültürel dönüşümleri, bireylerin kişisel hikayeleri aracılığıyla anlatmış ve evrensel temalarla harmanlamıştır. Kürt öyküsü, bireysel özgürlük, kimlik arayışı, toplumsal adalet ve eşitlik gibi evrensel temalarla, sadece Kürt halkına değil, tüm insanlığa dair önemli mesajlar sunmuştur.


Sonuç

Modern Kürt edebiyatı, roman ve öykü türlerinde, Kürt halkının tarihsel, toplumsal ve kültürel geçmişini derinlemesine ele almış ve bu halkın özgürlük, kimlik ve adalet arayışını edebi bir dille aktarmıştır. Kürt romanı ve öyküsü, bir yandan Kürt halkının ulusal mücadelesini ve toplumsal değişimlerini yansıtırken, diğer yandan evrensel insan hakları, özgürlük ve eşitlik gibi temalarla evrensel bir dil oluşturmuştur. Bu gelişim, sadece edebi bir olgu olarak kalmamış, aynı zamanda Kürt halkının modernleşme sürecinin, kültürel kimliğini ve ulusal bilinçlenmesini yansıtan önemli bir araç olmuştur.


Örnek Roman


Mehmet Uzun, Bîra Qederê,

KADER KUYUSU
Öğleden sonra, zaman birazcık öğleni geçmiş, Bulgar gemisi Serivia İstanbul limanından demir alıp ağır ağır Karadeniz’e doğru yol alıyor. Gemi birkaç defa tiz bir sesle İstanbul’a veda ediyor. Boğazın suları geminin önünde açılıyor. Hafif bir yel, geminin ardında köpüren suları okşuyor. Yel, hafifçe geminin ön tarafında dikilip Boğazın her iki yakasını dikkatle ve çok özel duygularla izleyen Celadet ve Kamuran’ın saçlarını okşuyor. Minareler, kaleler, surlar, saraylar, konaklar, tanıdık ağaçlar ve ormanlar, her iki tarafta dans edercesine bir bir görünüp kayboluyor. Onları kucağında büyüten, besleyip eğiten, hayata ve yaşamlarına anlam katan, sırlarını saklayan, zenginlikleriyle aşklarını süsleyen, beyaz geceleriyle umutlarını ve düşlerini işleyen İstanbul, şimdi karşılarında ayrılık valsi yapmakta. Celadet ve Kamuran gidiyorlar, hayatlarının şehrinisonsuz anılarla dolu şehri, bütün şehirlerin padişahı olan şehriarkalarında bırakıp gidiyorlar.
Kamuran:
— İyi bak nazlı İstanbul’a, belki de bir daha görmeyiz onu.
Celadet:
— Onu nasıl bir daha görmeyiz? Hayatım, yirmi yedi yılım, bu şehirde geçti. Nasıl olur da, her şeye rağmen tekrar döndüğümüz bu şehri bir daha göremeyiz?
...

Fûad Temo, Şewêş,

ŞEWÊŞ
Şewêş, bir çobanın oğluydu, on yaşındaydı. Anasını hiç görmemişti, babası da zavallı, fukaranın biriydi. Şewêş’in bir tek halası vardı, o da yaşlı bir kadıncağızdı. Şewêş, bazen halasına uğrayıp onun gönlünü azıcık ferahlatırdı. Şewêş, Sako gibi köyde hadise çıkarmazdı. Başkalarını çekiştirmezdi. Hep kendi halindeydi. Arkadaşlarıyla iyi geçinir, onların kalbini kıracak söz söylemezdi. Akşama kadar köyün içinde sessizce dolaşır, oynar, gününü geçirirdi. Şewêş’in bu hali, köylülerin çok hoşuna giderdi. Hepsi de Şewêş’i çok severdi. Köyün aksakallıları, onu her gün evlerine götürür, karnını doyururlardı. Ona sahip çıkarlardı. Herkes, bu çocuk iyidir, zekidir, derdi. Şewêş, akşam vakti yola çıkıp babasının yolunu gözler, gelmesini beklerdi. Babası gelir gelmez, ona doğru koşar, onun kucağına atlardı. Babasının ellerini tutup öperdi. Babası da oğlunun iki gözünden öperken sanki yüreğine su serpilirdi. Bir gün, Şewêş yola çıkıp babasını beklemeye koyuldu. Bir süre geçti, güneş battı, karanlık çöktü, babası bir türlü gelmedi. Şewêş, o karanlıkta bir başına kaldı, bazen karanlığa kulak kabarttı; ama hiçbir yerden ses gelmedi. Şewêş, bir yere oturup babası için ağladı, sonra içi geçti, öylece uyuyakaldı. Koyunların sesi ovayı kaplamıştı. Şewêş’in babası, vadi tarafından yavaş yavaş geliyordu. Şewêş, sesi duydu, kalkıp babasına seslendi:
— Baba! Baba!
Babası:
— Şewêş? Sen misin?
Şewêş:
— Evet, baba, benim!
Babası:
— Gel buraya kurban olduğum!

Şewêş, babasına doğru koştu, gidip elini tutup öptü,

sonra:
— Baba, bugün niye öyle geciktin? Niye erken gelmedin, dedi.
Babası:
— Kurban olduğum, oğlum, koyunlar yeterince otlamamışlardı, ben de biraz yorulmuştum, o yüzden geciktim.
Şewêş:
— Baba, kurban olduğum, bir daha bu kadar gecikme. Evde kimsenin olmadığını biliyorsun. Ben kimin yanında kalırım, dedi ve ağladı. Babası, oğlunun ağladığını görünce, yüreğindeki yara tazelendi. O da gözyaşlarını bıraktı. Sonra çoban, sakinleşti, Şewêş’in başını ellerinin arasına alıp gözlerini sildi, onu öptü.

— Oğlum, Allah büyüktür, biz de muradımıza ereriz elbet, dedi. Sonra oğlunun ellerinden tuttu, yavaş yavaş köye geldiler.

Çoban, koyunları avluya koydu, sonra oğluyla kalkıp gittiler. Evlerinde yorgan, yastık yoktu, sadece bir örtü vardı. Baba, oğlunu koynuna aldı, kolunu Şewêş’in başının altına yastık yaptı. Şewêş, başını babasının göğsünün üstüne koydu, kolunu da babasının boynuna doladı, öylece uyudular.

Sabahyıldızı çıkmıştı, horozlar ötüyor, rüzgâr usulca ağaç tepelerine vuruyordu. Sallanan yapraklar, hoş bir ses çıkarıyordu. Her taraftan sesler geliyordu. Tüm köylüler uyanmıştı; ama oğulla babası hâlâ uyuyordu. Bir süre geçti, çoban uyandı. Koyunları kaldırmanın vaktiydi, gün yükselmişti; fakat yaşlı çoban hastaydı. Yattığı yerde inliyordu. Ara sıra oğlunun yüzüne bakıyordu. Bu sırada, köyden bir aksakallı, çobanın kapısını çaldı, sonra seslendi:

-Çoban, çoban!
Çoban, içeriden:
— Efendim, ne var, dedi.

Çoban, kalkıp kapıyı açmak istediyse de yapamadı. Kapı sesi, Şewêş’i uyandırdı. Şeweş kalkıp kapıyı açtı. Aksakallı, içeri geçip çobana:
— Çoban, bugün niye bu kadar geciktin? Öğlen oldu, koyunlar hâlâ avluda, aç ve tuzsuz. Köylüler, konuşup durmaktalar, dedi.
Çoban:
— Aksakallı, ben ne diyeyim, halimi görüyorsun. Bugün çok hastayım. Hastalığım ağır, o yüzden koyun kaldırmaya gelemedim. Sen, bugün benim yerime bir adam gönder, bakalım Allah ne verir, bana hangi kapıyı açar, dedi.
Çoban, bunu deyip yattığı yere düştü, inlemeye başladı. Şewêş, babasının inleyişini gördü, yüreği ezildi, babasının üzerine kapanıp ağladı. Çocuğun ağlama sesi, aksakallının içini burktu. Ona baktı, o da kendini tutamayıp gözyaşlarını bıraktı.

Sonra sakinleşip çobana:

— Çoban, içini ferah tut. Allah büyüktür. Hastalığın ağır değil. İki üç güne kadar geçer. Gidip koyunları gütmek için birini göndereyim, sen bugün yatıp dinlen ki tez zamanda ayağa kalkabilesin. Şimdi sizin karnınız da açtır. Şewêş, benimle gelsin, bakalım evde ne pişirmişler, bir şeyler alıp getirsin de yiyin. Ben de akşama yine gelirim, dedi.

Babası, Şewêş’i yolladı, çocukla aksakallı gittiler. Şewêş, yolda aksakallıya babasının hastalığını sordu. Aksakallı, elini Şewêş’in boynuna atıp:
— Oğlum, üzülme, gönlün ferah olsun. Babanın bir şeyciği yok, birkaç güne kadar ayağa kalkar, dedi. Aksakallının böyle demesi, Şewêş’i azıcık da olsa rahatlattı. Bir süre sonra aksakallının evine geldiler. İçeriye geçip oturdular. Aksakallı, uşağına seslenip:

— Rizqo, oğlum, çoban hastalanmış, bugün koyunları sen güt, koyunlar, avluda açlıktan kırıldılar, dedi.
Rizqo da büyüğünün dediğini yaptı. Eline bir sopa alıp gitti. Aksakallıyla Şewêş, oturup karınlarını doyurdular. Sonra bir kaba yemek doldurup Şewêş’in eline tutuşturdu.

— Oğlum, endişelenme, bu yemeği babana götür, şimdi seni bekler… Babanın yanından ayrılma, onun bir dediğini iki etme, ne derse öyle yap, kalbini kırma. Ben de sonra gelirim, dedi.