Destanlar
Destanlar, bir milletin kültürel kimliğini ve tarihsel hafızasını yansıtan, anonim özellikte uzun halk hikâyeleridir. Genellikle kahramanlık teması etrafında şekillenir ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılır. Bu eserlerde bazen tek bir kahramanın, bazen bir grup insanın, bazen de bir ordunun olağanüstü başarıları tasvir edilir.
Kürt destanlarının bir bölümü tarihsel olaylara dayanır. Örneğin, Dimdim Destanı'nda altın kollu Emir Xan’ın Dimdim Kalesi'ni inşa etmesi ve Kürt halkını bir araya getirerek Safevi Şahı I. Abbas’a karşı direnişi anlatılır. Bu olaylar, İran tarihçisi İskender Beg Türkmen’in Tarih-i Alamârâ-yı Abbasî adlı eserinde de yer alır. Ancak tarihsel olaylara dayanan bu destanlar, ağızdan ağıza aktarılırken tarihsel bağlamlarını yitirmiş ve destansı bir forma bürünmüştür. Buna karşın, Kürt halk edebiyatında tarihsel bir temele dayanmayan, tamamen masalsı kahramanlık öyküleri de oldukça yaygındır. Bu tür hikâyeler genellikle kış gecelerinde köylerdeki geniş misafir odalarında anlatılır ve olağanüstü olaylarla zenginleştirilir.
Destanlar, toplumun değerlerini, kahramanlık anlayışını ve adalet duygusunu öne çıkarırken, dinleyicilere toplumsal sorunlara duyarlılık kazandırmayı amaçlar. Sevgiyi, aile bağlarını, aşiret ilişkilerini ve millet bilincini yücelten bu hikâyeler, özellikle feodal toplum düzeninde büyük ilgi görmüştür. Ancak destanlarda gerçek hayata uygun olmayan birçok unsur yer alır. Genellikle halk arasında yayılarak şekillenen olay örgüsü, daha sonra bir derleyici tarafından yazıya geçirilir. Bu nedenle destanlar, kahramanlık temalı anonim halk hikâyeleri olarak nitelendirilebilir. Destanlar hem manzum hem mensur biçimlerde bulunabilir ve bazen her iki biçimi de aynı anda içerir.
Destanların sözlü aktarımında dengbêjlerin önemli bir rolü vardır. Siyabend û Xecê, Dimdim, Zembilfiroş, Kerr û Kulik, Ristemê Zal, Binefşa Narin, Sîti û Ferxî gibi Kürt destanları, anlatıldıkları bölgelere ve anlatıcıların üslubuna göre farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar, destanların zengin çeşitliliğini ortaya koyar. Kürt edebiyatında önemli bir yer tutan destanlar, sadece kahramanlık hikâyeleriyle sınırlı değildir; aynı zamanda aşk, trajedi ve mitolojik unsurları da kapsar. Örneğin, Mem û Zîn destanı, Kürt edebiyatının en önemli eserlerinden biridir ve trajik bir aşk öyküsünü konu alır. Bu eser, 17. yüzyılda yaşamış Kürt şair ve yazar Ehmedê Xanî tarafından yazılmıştır. Bunun yanı sıra Kürt mitolojisinde yer edinmiş Demirci Kawa efsanesi, zalim kral Dehak’a karşı bir isyanı ve bu isyan sonucunda elde edilen özgürlüğü anlatır. Bu efsane, Kürtlerin geleneksel yeni yıl kutlaması olan Newroz’un kökeni olarak kabul edilir.
Kürt destanları, yalnızca edebi eserler olarak değil, aynı zamanda Kürt toplumunun tarihini, kültürel değerlerini ve ortak hafızasını yansıtan kaynaklar olarak da büyük bir öneme sahiptir. Bu eserler, Kürt halkının geçmişte yaşadığı mücadeleleri, sevinçleri, acıları ve umutları gelecek kuşaklara taşımada hayati bir rol oynar.
Dimdim Destanı
Dimdim Destanı, Kürt halk edebiyatının en önemli kahramanlık öykülerinden biridir ve 17. yüzyılda yaşanan gerçek tarihî olaylara dayanır. Bu destan, Kürt halkının özgürlük ve bağımsızlık için verdiği mücadelenin trajik ancak bir o kadar da onurlu bir anlatısıdır. Dimdim Destanı’nın temel kahramanı Emîr Xanê Lepzerîn (Altın Kollu Emir Xan) olarak bilinir. Onun liderliğinde Kürt halkının bir araya gelerek Safevi İmparatorluğu’na karşı yaptığı direniş, destanın merkezinde yer alır.Dimdim Kalesi, İran’ın Batı Azerbaycan bölgesinde, Urmiye Gölü yakınlarında stratejik bir noktada bulunuyordu. Bu kale, Kürtlerin bağımsızlık mücadelesinin sembolü hâline gelmişti. Destana göre, Emîr Xan, Kürt halkını bu kale etrafında birleştirmiş ve bölgenin büyük bir gücü olan Safevilere karşı koymaya karar vermiştir. Emîr Xan, cesur, adil ve liderlik vasıflarına sahip bir hükümdar olarak betimlenir. Dimdim Kalesi’nin yeniden inşası, onun halkını koruma kararlılığını ve bağımsızlık arzusunu gösterir. Kale, hem fiziksel hem de sembolik olarak Kürtlerin direnişinin kalesi olmuştur. Emîr Xan’ın halkı da onun liderliğinde toplanmış, güçlü bir savunma için hazırlık yapmıştır.
Şah I. Abbas döneminde, Safeviler, Dimdim Kalesi’nin Kürtlerin kontrolünde olmasından rahatsızlık duymuş ve bu durumu bir tehdit olarak algılamıştır. Şah, Dimdim Kalesi’ni ele geçirmek için büyük bir ordu gönderir. Kürt halkına teslim olmaları için bir fırsat sunulur, ancak Emîr Xan, bu teklifi reddeder ve teslim olmanın halkının onuruna aykırı olduğunu ifade eder. Dimdim Kalesi’nin kuşatılması, destanın en çarpıcı bölümlerinden biridir. Safevi orduları, kaleyi ele geçirmek için her yolu denerken, Emîr Xan ve halkı tüm güçleriyle direnir. Aylarca süren kuşatma boyunca halk, açlık, susuzluk ve zorluklarla karşı karşıya kalır. Ancak bu durum, onların cesaretini ve kararlılığını zayıflatmaz. Kalede bulunan kadınlar, çocuklar ve yaşlılar bile savunmaya katılır ve mücadele eder. Kuşatmanın sonunda, Safevi ordusu kaleye girer. Dimdim Kalesi düşer, ancak Kürt halkı teslim olmaz ve kahramanca savaşarak son nefeslerine kadar direnir. Bu trajik son, destana derin bir hüzün katar. Safeviler, kaleyi ele geçirdikten sonra büyük bir katliam yapar ve direnişin sembolü olan Dimdim Kalesi’ni yok eder. Dimdim Destanı, sadece bir kahramanlık öyküsü değil, aynı zamanda Kürt halkının birlik, özgürlük ve bağımsızlık arzusunun bir simgesidir. Emîr Xan ve halkının cesareti, destanın anlatılarında ölümsüzleştirilmiş ve Kürt kültürünün önemli bir parçası hâline gelmiştir.
Bu destan, ağızdan ağıza aktarılmış, dengbêjler tarafından manzum ve mensur biçimlerde anlatılmıştır. Zamanla anlatılar farklılık gösterse de, özünde Kürt halkının kahramanlık ruhunu ve bağımsızlık tutkusunu yansıtır. Dimdim Destanı, Kürtlerin sadece bir hikâyesi değil, aynı zamanda tarihî hafızalarının ve kültürel kimliklerinin bir parçasıdır.
| Kurdi | Türkçe |
|---|---|
|
Vako Xan Cema Bune Bist û duwazde temam bûne, Ber Dimdimê wetrax bûne. 'Ere Xano ju Kurmancî, Tu qebûl ke vi taci, Heke na, tu ber topê min armanc.' 'Ez tacê te qebûl nakim, Ez heft nehlet li Bahê te dikim, Kirmancîyê bênav nakim.' 'Vê carê gere topan e, Topa bavên kelê xana, Kele xana bikin werane.' Dimdim berekî kop e, We tene bî tifing û top e, Wakû baranê dilop e. Dimdim berekî midawîr, We tene bî kuling û tawir, Toz li ber ezmanya bûwe ewir. Dimdim berekî di avê de, Pensêd topa bî carek lêda, Beri ji berek nekir zêde. |
Bütün hanlar bir araya gelince, Otuz iki oldular, Dımdım'ın etrafını çevirdiler. (Dedi Şah:) 'Ey Han! Sen ki Kurmanc'sın, Kabul et bu tacı, Kabul etmezsen toplarıma nişan tahtası olacaksın.' (Cevap verdi han:) 'Tacını kabul etmem senin, Yedi kere lanetlerim babanı senin! Ben Kurmançları şerefsiz yapmam.' (Şah dedi:) 'Şimdi iş toplara kaldı, Ateş edin toplarla hanların kalesine! Viran eyleyin kalesini hanların!' Dımdım, yuvarlak bir kayadır, Külünklerle ve kazmalarla yürüyorlar üstüne. Bir bulut kaplıyor gökyüzünü. Dımdım, suda bir taştır, Beş yüz top aynı anda isabet ediyor, Hiçbir taş kımıldamadı yerinden. |
MEMÊ ALAN DESTANI
Memê Alan Destanı, Kürt sözlü edebiyatının en eski ve önemli eserlerinden biridir. Yüzyıllardır dengbêjler tarafından anlatılan ve nesilden nesile aktarılan bu destan, Kürt halkının kültürel mirasında derin izler bırakmıştır. Destan, Mağrip (Muxrebiya) şehrinin padişahı Memê Alan ile Cizre prensesi Zinê Zêdan'ın trajik aşkını konu alır. Mitolojik unsurlar içeren bu hikâye, Doğu edebiyatlarının diğer aşk temalı eserleri gibi hüzünlü bir sonla biter. Aynı zamanda, Kürt toplumunun eski yaşam biçimlerini ve Mezopotamya'nın diğer halklarının kültürel zenginliklerini yansıtarak araştırmacılara değerli folklorik malzemeler sunar. Destanın farklı versiyonları ve derlemeleri bulunmaktadır. Özellikle 17. yüzyılda yaşamış olan Ahmed-i Hani, bu destanı 'Mem û Zîn' adıyla mesnevi formunda yeniden kaleme almıştır. Ayrıca, Kürdolog Roger Lescot, Celadet Bedirhan'ın yardımıyla 20 farklı dengbêjden derlediği versiyonları Fransızcaya çevirerek 1942 yılında Beyrut'ta yayımlamıştır.
Destanda geçen Mağrip şehri, bazı araştırmacılar tarafından hayali bir yer olarak değerlendirilse de, yapılan analizler bu şehrin gerçek bir yer olabileceğini göstermektedir. Özellikle, Mağrip'in 12. yüzyıldan itibaren Eyyubi Kürt Hükümdarlarının hüküm sürdüğü Kuzey Afrika bölgesi olduğu ve Memê Alan'ın da Eyyubi hanedanından bir padişah ya da prens olabileceği yönünde görüşler bulunmaktadır. Memê Alan Destanı, Kürt edebiyatında Romeo ve Juliet, Leyla ile Mecnun gibi eserlerle karşılaştırılabilecek düzeyde lirik bir aşk hikâyesi sunar. Destanda, periler aracılığıyla tanışan Mem ile Zin'in aşkı, toplumsal engeller ve trajik olaylar nedeniyle hüzünlü bir şekilde sonlanır. Bu anlatı, Kürt toplumunun değerleri, inançları ve sosyal yapısı hakkında da derin bilgiler içerir. Sonuç olarak, Memê Alan Destanı, Kürt halkının kültürel ve edebi mirasında önemli bir yere sahiptir. Hem aşk teması hem de içerdiği mitolojik ve folklorik unsurlarla zengin bir anlatı sunan bu destan, Kürt edebiyatının en uzun ve etkileyici eserlerinden biri olarak kabul edilir.
| Kurdi | Türkçe |
|---|---|
|
Zînê got: 'Lolo, Memo, dilê min bi kul û bi jan e. Madem ku tu guh nadi gotinên merivane, Ji berê da, xelkê kêmani xistine derê me jinane. Dibêjin: 'Jin parsiya kêm in û rûreşiya dê û bavane. 'Were destê xwe bavêje destê min û min çek ke ser piştê Bozê Rewane. Berê xwe bide welatê xwe, bajarê Mixribiyane, Bila heywan me her duyan bibe, bigihîne xwediyane. Emê xilas bin û bifilitin ji şor û gotinane, Nema li ser me dimîne tirsa mêrane. Ne ji me wê birêje xwina tu kesane. Gava em bigehin bajarê we Mixribiyane, Wê li nava xelkê welatê we bibe şor û gotin û dengiyane. Xeber bigerin di devê mezin û piçûkane, Wê bêjin: 'Dibêne, hatiye Memê Alane, Bi xwe re aniye diyariyeke layiqi padişane, Keçek aniye ji welatê Cizira Botane. Dibên navê vê keçê Zina Zêdane. Wê were Bengin, birayê te yê canecane. Li dora min kom bike temamê qiz û bûkên bajarê Mixribiyane, Gişkî bêjin: ‘Wa zewaca van bide!’ Aji me re bikin pir duane .Wê bên: Ku qeder bû, bila wa be, bûk û zava pîroz bin ji xwediyanel.' Memî got: "Zalim, li çêkirina bajarê we yê şewitî û li van zikakan û ewcane, Li van kaş û nevalên di dorê de, li van çol û çiyan û meslewane. Ku meriv bû hevalê jinan, her gav westê were ber dest û çavan e. Min ji te tiştekî piçûk xwest, te ji nihu de berê min da dawiya is, Nizanim ku min bicerbinî bi derewane. Min ji te re digot: 'Hele, kuçe hêzar û carikê hilde ji ser eniya gewr û her du çavane. Were tasek av bi dest bîn de, belki pê vemire arê di kezeba min hinavane. Gava Xwedê kire qeder, emê herin, tu yê bibi bûk ez zavane." |
Zîn dedi: "Yaralı gönlüm sızlayıp durmakta, ah ah, ey Mem! Madem ki erkeklerin sözünü dinlemiyorsun, Bil ki öteden beri dünya âlem biz kadınlara Eksik bir kaburga kemiği gibi bakmıştır. Nitekim derler ki: 'Kadın, ana babasının yüz karasıdır.' Hadi ver elini elime, al beni ve kaçır! Beni atın olan Bozê Rewan'ın terkisine koy, Gidelim senin ülken olan Mağrip şehrine. Ulaşalım güvenebileceğimiz o diyarlara, Dedikodulardan kurtulalım, bırakalım arkamızda. Böylece ne birilerinden zarar görme korkumuz, Ne de başkalarına zarar verme ihtimalimiz kalsın. Senin diyarına vardığımızda ne hoş bir dalgalanma olur! Bir söz dolaşır büyük-küçük herkeste dilden dile: 'Memê Alan geldi, gördünüz mü? Tam da padişahlara layık bir armağanla döndü. Cizira Botan'dan bir kız getirdi, Adı Zînê Zêdan, öyle diyorlar.' Canından çok sevdiğin kardeşin Bengin gelir, Ve Mağrip şehrinin bütün kızları, gelinleri sarar etrafımı. Hepsi dua eder evliliğimizin tamamlanması için, Derler ki: 'Kader açılırsa böyle güzel açılmalı işte. Gelin de, damat da kutlu olsun sahiplerine!' Mem dedi: "Zalim! Yanasıca şehriniz Cizre'nin yapısı! Sokakları, dik bayırları, sağda solda karşılaşılan dereleri, Ovaları, dağları bir tuhaf. Burada bir kadınla sevgili olmak, Her zaman el altında, gözaltında yorgun düşmektir. Ben sana küçük bir dilekte bulundum, Ama sen olacakların en sonundan bahsediyorsun. Yoksa beni yalanlarla mı deniyorsun, bilmiyorum... Benim dediğim şuydu: 'Yanına bir nedime al, çık sokağa. Bir çarşaf giy, beyaz alnın ve her iki güzel gözün görünmesin. Tanınmadan gel, bir tas su ver bana. Kim bilir, belki bu su içimdeki yangınları söndürür. Allah yazmışsa zaten olacak olan odur. O vakit, birlikte gideriz; sen gelin olursun, Ben de damat." |
SIYABEND Û XECÊ DESTANI
Siyabend û Xecê, Kürt halk edebiyatının en önemli aşk destanlarından biridir ve Süphan Dağı ile özdeşleşmiştir. 1991 yılında sinemaya uyarlanan bu destan, Kürtlerin zengin sözlü edebiyat geleneğinin bir parçasıdır. Destanın ana kahramanı Siyabend, Siliva köyünden cesur ve yakışıklı bir avcıdır. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Siyabend, amcasının yanında büyür; ancak amcasının zulmü ve köyde yaşadığı sıkıntılar nedeniyle evden kaçar ve Süphan Dağı'na sığınır. Xecê ise güzelliği dillere destan bir genç kızdır. Siyabend, Xecê'ye âşık olur; ancak fakirliği nedeniyle Xecê'nin babasının istediği başlık parasını karşılayamaz. Bu engellere rağmen, Siyabend ve Xecê birbirlerine olan sevgilerinden vazgeçmezler ve birlikte Süphan Dağı'na kaçarlar.
Süphan Dağı'nda geçirdikleri günlerde, Siyabend ve Xecê'nin aşkı doğanın zorluklarıyla sınanır. Bir gün, Siyabend uyurken Xecê, üç geyiğin bir dişi geyiği kovaladığını görür. Bu manzara, onların aşkının doğadaki yansıması gibidir. Ancak kader, onları trajik bir sona sürükler; Siyabend, yaralı bir koç tarafından uçurumdan aşağı atılır ve Xecê de sevgilisinin ardından kendini aynı yerden aşağı bırakır. Siyabend û Xecê destanı, Kürt halkının direniş ruhunu ve aşkın engel tanımazlığını yansıtır. Bu destan, Kürtlerin zengin sözlü edebiyat geleneğinin bir parçası olarak, dengbêjler tarafından nesilden nesile aktarılmıştır. 1991 yılında çekilen film, Kürt sinemasının önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilir ve destanın geniş kitlelerce tanınmasını sağlamıştır. Siyabend û Xecê'nin hikâyesi, aşkın ve fedakârlığın evrensel temalarını işlerken, aynı zamanda Kürt kültürünün derinliklerini ve zenginliğini gözler önüne serer. Bu destan, Kürt halkının duygusal dünyasını ve toplumsal değerlerini anlamak için önemli bir kaynak olarak değerlendirilmektedir.
| Kurdi | Türkçe |
|---|---|
|
Xecê dibêje: Siyabend, bila ez bibim qurbana te, Ji bili muhbeta te, tu tiştek di dilê min de tunine .Bes, ezê ji te re bibêjim, min diwazdeh heb pezkovi, İro bi çavên xwe ditine. Yek bizin bû, yanzdeh heb nêri ne, Yeki kinik î girover di nav wan de bû, qiloçên wi duwazdeh şaxi ne. Li deh nêriyan xistin, ji ser bizinê, vedigerine. Kenê min hat, min got, eyni mina Siyabendê, min ê Silivi, xwediyê tir û kevanê zivinê. Siyabend got: Xecê ez ewqasi li dinyayê geriyame, Min kesi fêris û pehlewan, weke xwe, nedine. Tu nêriyê pezkoviyan diki weke min, tu bi çavên xwe bibine. Ew nêri ișev li ku be, ezê serê wi jê bikim, goştê wi ji me re bikim sive. Tu Styabendê xwe bi çavên xwe bibine. Siyabend şekala xwe dike pêyên xwe, radihê tir û kevanê zivinê. Berê xwe dide rêça pezkoviyan û dilezine. Ha ii vir, weha li wir, xwe bi her diwazdeh pezkoviyan digihine. Pezkovi diçêrin, haya wan ji nêçirvanê wan tunine. Siyabend bala xwe dayê, ku ew nêriyê kinik û girover, qiloçên wi diwazdeh şaxi ne. Ew û bizin ji xwe re tenê sekinine. Siyabend tîr û kevan hazir kir, berda nêri, li kêleka rastê da, Di kēleka çepê de tîra xwe dertine. Pezkovi pê re pê re kir orin e, Hevalên wi reviyan, laşê wi li wir dimine. Siyabend çâ ser sekinî, bi lingê wi girt û dikişine, Wi, bi serê Sipanê Xelatê, zinarekî bilind ve dirijine. Dibêje, karwanî bila bi rê de bibuhirin, xwina vi heywani, bi çavên xwe bibîne, Siyabend pêyê xwe danî ser qiloçê wi, ku stuyê wi biqurifine. Laşê wi germ e, pê re pê re xwe vediweşine. Qiloçê pezkovî dikeve ranê Siyabend, wi li ser seri bi Sipanê Xelatê, Çil metroyan bilindahî dixine, Bi ser kema belalûkê ve dixine. Kema belalûkê li pişta wi dikeve, di singê wi de dertine. Siyabend got: Wey feleke, çiqası iro li min ba xayin el. |
Xecê dedi: Kurbanın olayım Siyabend, seni sevmekten başka hiçbir şey yok içimde. Bak ne anlatacağım; bugün on iki yaban koyunu gördüm gözlerimle. Biri koyun, diğer on bir tanesi koçlardı. İçlerinde bir koç vardı; kısa ama capcanlı, iri yarı, Kocaman boynuzlarında tam on iki boğum sıralı. Bir koyun yüzünden on koçu karşısına alıp, vurup kovdu onları. Bu durum, bana olan aşkından, senin birçok yiğidi karşısına almanı andırdı. Gülesim geldi ve dedim ki kendi kendime: Aynen sevgilim Siyabend gibi, gümüş renginde okları ve yayı var. Siyabend dedi: Xecê, ben nice yerler gezdim gördüm de, Görmedim benim gibi yiğit ve pehlivan olanını yeryüzünde. Koçu bana benzettin ya, şimdi gözlerinle göreceksin. Her nerede olursa olsun yakalayıp akşam yemeği yapacağım ikimize. Sevgilini kendi gözlerinle gör. Siyabend ayakkabılarını giyip, gümüş renkli yayını ve ak takımını aldı. Hızla yaban koyunlarının peşine düştü. Şurada mı, yoksa burada mı diye bu on iki hayvanlık sürüyü aradı. Yaban koyunlarıysa avcılardan habersiz otlanıyorlardı. Siyabend baktı ki, kısa boylu, canlı, iri yarı Ve boynuzları on iki boğumlu olan koç, Sürünün tek koyunuyla birlikte bir kenardaydılar. Siyabend okunu yaya yerleştirdi ve gerip koçun üstüne fırlattı. Hayvanın sağ yanından giren ok, sol tarafından çıktı. Sağa sola yalpalayarak böğürmeye başladı koç. Kaçıştı dört bir yana, diğer hayvanlar onu öylece bırakarak. Siyabend gelip koçun başında durdu. Sonra onu bacağından tutup sürüklemeye koyuldu. Yol kenarında yüksek bir kayaya kadar çekti. Bu yüksek kayanın üstüne boşaltacaktı hayvanın kanını, Ki gelip geçen kervancılar kendi gözleriyle görsünler diye. Nitekim hayvanın boynunu bükmek için ayaklarıyla boynuzuna bastırdı. Yaralı bedeni henüz sıcaktı koçun, arada bir çırpınıyordu da. Derken birden bire boynuzlarıyla Siyabend'in uyluğuna vurunca, Süphan'ın tepesindeki o kayadan kırk metre aşağı düşürdü onu. Bir kızılcık ağacına çakılı kaldı Siyabend'in gövdesi. Siyabend dedi: Ah felek, bugün bana ne kadar hain davrandın! |
Kerr û Kulik Destanı
Kerr û Kulik Destanı, Kürt kültüründe yiğitliğin yüceltilmesi, savaş aletleri ve atlara olan bağlılığın örneklerinden biridir. Destan, iki kardeşin kahramanlıklarını anlatır; Kerr, Kürtçe'de sağır, Kulik ise aksak veya topal anlamına gelir.Destanın giriş kısmı düz bir anlatımla başlar, sonrasında ise manzum bir yapıya bürünür. Giriş bölümü, klasik destan formuna uygun olarak özetleyici bir dil kullanır. Destanda, kahramanlık ve yiğitlik ispatı sınırsız bir hırsa dönüşür; yapılan savaşların mantıklı bir sebebi yoktur; esas sebep, yiğitliğin ortaya konmasıdır. Tüm klasik destanlarda olduğu gibi, Kerr û Kulik destanında da anlatıcının coşkusunu artırmak için epik bir anlatım ve mübalağalı betimlemeler bolca bulunur. Dinleyici, kahramanla özdeşleşerek metinden haz alır.
Destanın ana karakterlerinden Silêman, bir Kürt köyünde yaşamaktadır. Köyün sahibi olan akrabası Amer Ağa ile arası bozulur ve bir Arap aşiret reisi olan Hesê Dûdê'ye gider. Bir süre sonra, Hesê Dûdê'nin kızı Werdê ile evlenir ve ikiz erkek çocukları olur. Bunlardan birinin adını Kerr, diğerinin adını ise Kulik koyarlar. Bu iki çocuk büyüdükçe, aşiretin diğer çocuklarını rahatsız etmeye başlarlar. Aşiret, sürekli olarak bu çocukları dedeleri olan aşiret reisi Hesê Dûdê'ye şikâyet eder. Silêman, çareyi tekrar kendi köyüne dönmekte bulur. Köy ağası Amer, onu iyi karşılar ve köyde kendisine bir ev yapması için yer gösterir. Silêman, köye yerleştikten iki yıl sonra ölür. Arap aşiret reisi Hesê Dûdê'nin yörede nam salmış Bilêcan adında bir atı vardır. Amer Ağa, Bilêcan'a göz koymuştur. Onu elde edebilmek için çevresine haber salar, büyük çadırını köyün girişine kurdurur, insanları çağırıp ağırlar ve onlara kahve ikram eder. Kızı Gulçin'in elinden kahve fincanını alacak kişinin Bilêcan'ı alıp getirmesi gerektiğini, bu durumda kızını ona vereceğini söyler. Kulik, fincanı Gulçin'in elinden alarak Bilêcan'ı Arap aşiret reisi olan dedesinden zorla getirmeye aday olur. Kardeşi Kerr, Kulik'i vazgeçirmeye çabalar, onun yerine kendisi gitmek ister; ancak Kulik, bir Kürt atasözüyle kararının kesin olduğunu bildirir: 'Berxê çê timî para ber kêrê ye.' (İyi bir erkek kuzunun payına bıçak düşer) diyerek reddeder onu.
Kulik, annesi Werdê'den kararını gizlemeye çalışır; ancak o, durumu sezmekte gecikmez. Kulik'in kararlı olduğunu görünce ona öğütler verir. Werdê, babası Hesê Dûdê'nin yedi oğlu olduğunu, Kulik'in dayıları olan bu yedi kardeşin aşiret savaşlarında ne denli kahraman olduklarını destansı betimlemelerle anlatır. Kulik, yolculuğa çıkar ve uzun maceralardan sonra Bilêcan'ı kaçırır. Şan ve şeref adına ısrarla karşılaşmak istediği yedi kardeşten birini Habur Irmağı kenarında öldürür; ancak diğer altı kardeş onu bacağından yaralarlar. Bu sırada kardeşi Kerr imdada yetişerek altı dayısını öldürür ve Kulik'i alıp köye döner. Kulik kısa bir süre sonra ölür; Kerr, Gulçin Hanım ile evlenir. Kerr û Kulik Destanı, Kürt halk edebiyatının önemli örneklerinden biridir ve yiğitlik, kahramanlık ve aile bağları gibi temaları işlemektedir. Destanın metinleri, sözlü gelenekten yazılı hale getirilmiş ve çeşitli araştırmacılar tarafından incelenmiştir. Örneğin, Ahmet Aras'ın 'Kerr ü Kulik / Mitolojiya Kurdi Da Destanek' adlı eseri, destanın detaylı bir analizini sunmaktadır.
| Kurdi | Türkçe |
|---|---|
| Bavo, serê sibê buye, Kulik li çemê Xabûrê li ser kaniyê peya buye, Bala xwe daye bükek ji we de te ye. Got: -Xwişkê, tu xwişk û birayê axiretê? Bake got: -Tu çi pirsan ji me diki? Got:-Bilêcana erebe Gesi çi nişanî ye? Got:-Çil kihêl in, kefena Bilêcanê cuda ye,Linge wi kilitkiri ye, Kilita wi di bin doşeka giza mir de ye. Rojê carekê vedike, dide destê Cariyê ye, Tasa ziv li desta ye. Gava çil kihêl hatin ser kani, av vexwarin, çân, Kulik bala xwe da destê cariyê ye, Tasa zivin di dest de ye. Got: -Tasek bi we tase ji me re av bide. Cariye got: -Heramo, de we de here, Ji xwe tasa hane layiqî devê te yel! Tasa hanê ancax Bilêcan tê de av vexwe, Lawe mir siwar dibe ji xwe re kef û seyrangehe ye. We gavê Kulik ji kerb û hêrsa çok li pişta cariyê xistiye, Se saet li cariyê temam buye, Bilêcan ji destê we standiye. Liko got: -Kulo, de were, em herin, te Bilêcan standiye. Kulik got: -Liko, lawo, tu dinî, min Bilêcan standiye, ci şeref kiriye? Sibêroj apê Emer Axa dê bibêje: Gur ku gur e xwe diave kendalan. Yek bi yek giskan ji keriyan digire. |
Efendime söyleyeyim, sabahın seher vakti olmuş. Kulik, Habur Irmağı kenarında çeşme başında inmiş atından. Bir de bakmış ki ne görsün, Bir gelin gelmiyor mu öteden beri? Hemen ona seslenmiş: – Dünya ahiret bacımsın... Gelin kısa kesmiş: – Ne istiyorsun? – Gesi Araplarında bulunan Bilêcan adlı atı nasıl ayırt ederiz? Gelin dedi: -Kırk küheylan arasında onun durumu özeldir. Ayakları kilitlidir. Anahtarı, bey kızının döşeği altında saklanır. Günde bir kez kilidi açarlar ve Bilêcan’ı cariyenin birine teslim ederler. Cariyenin elinde gümüş tas vardır. Kırk küheylan çeşme başına gelip de su içip gittiklerinde Kulik, cariyenin elindeki gümüş tasa dikkat kesildi. -Tastan bize su versene, dedi. Cariye onu aşağılayarak konuştu: -Hadi oradan pis herif, yürü git, Bu gümüş tasa layık mısın sen? Bu güzelim tastan ancak Bilêcan su içebilir. Sonra bey oğlunu çayırda zevkle koşturur. Gururu kırılıp çok sinirlenen Kulik, o öfkeyle sırtına bir tekme indirince cariye çeyrek saat baygın yattı. Kulik, Bilêcan’ı onun elinden aldı, Hizmetkârı olan Liko ona dedi: -Haydi Kulik, gidelim, nasıl olsa Bilêcan’ı aldın. -Dur bakalım, dedi Kulik, deli misin sen Liko? Bilêcan’ı aldın da şerefle, kahramanca mı aldın sanki? Yarın bir gün atı kendisine götüreceğimiz amcam Emer Ağa demez mi? Kurt bir hayvan olduğu halde kayalıktan saldırıp teker teker bütün sürüyü telef eder... |
Evdalê Zeynikê Destanı
Evdalê Zeynikê, Kürt sözlü edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen bir dengbêjdir. 1800'lerin başında Ağrı'nın Tutak ilçesine bağlı Cemalverdi Köyü'nde doğmuştur. Babası Mustafa'yı henüz 3 yaşındayken kaybetmiş ve annesi Zeyne tarafından büyütülmüştür; bu nedenle 'Zeyne'nin oğlu Evdal' anlamına gelen 'Evdalê Zeynikê' adıyla tanınmıştır.30 yaşına kadar çiftçilikle uğraşan Evdal, bu dönemde herhangi bir stran (şarkı) söylememiştir. Ancak gördüğü bir rüyanın ardından hastalanmış ve iyileşme sürecinde, yatakta söylediği melodilerle daha önce duyulmamış bir makamın müjdecisi olmuştur. Bu olay, onun dengbêjlik kariyerinin başlangıcı olarak kabul edilir.
Evdalê Zeynikê, Sürmeli Mehmet Paşa'nın divanında dengbêjlik yapmıştır. Bu dönemde, ünlü dengbêjler Gulê ve Şêx Silê ile atışmalarda bulunmuş ve her ikisini de mağlup etmiştir. Gulê ile olan atışmasının ardından onunla evlenmiştir. Ayrıca, Ermeni bir papazın kızı olan Gûlo ile de atışmış ve onu da mağlup etmiştir; ancak Gûlo'nun evlenme teklifini nazikçe reddetmiştir. Yaşamının ilerleyen dönemlerinde görme yetisini kaybeden Evdal, oğlu Temo ile birlikte köy köy dolaşarak geçimini sağlamıştır. Ancak, İranlı bir doktorun tedavisi sayesinde gözleri yeniden görmeye başlamıştır. Bu süreçte, 'Hekîmo' adlı ünlü stranını, Ermeni bir doktor ile Kürt bir kızın umutsuz aşkını anlatarak dile getirmiştir. Evdalê Zeynikê, 1913 yılında Erzurum'un Karayazı ilçesine bağlı Qanciyan Köyü'nde yaşamını yitirmiştir. Yaşar Kemal tarafından 'Kürtlerin Homeros'u' olarak adlandırılan Evdal, Kürt sözlü edebiyatında derin izler bırakmıştır.
Bu kesitte, Evdal’in oğluna seslenişi ve turnalarla yaptığı konuşma anlatılmıştır.
| Kurdi | Türkçe |
|---|---|
|
Evdal digo: "Temo lawo, dilê min ê hinehin e. Lewma ku aliki dilê min bi kul e, yek bi qotik e, yek bi keder e, Serê dilê min tev birin e. Mala felekê xira be, çavê bavê te kor e, çavê min nabîne. Mérê begler ji berê de, bext û itibara wan tunine." Min digo: "Qey gava li Evdalê Zeynikê, bavê Temo, dengbêjê oda Sürmelî Mehmed Paşa. Teyrê ser milê qîz û bûka, siwarê gogerçin e. Bibe pésirtengi, temami mala xwe di ber min de bide. Min digo: qey di çava de tiştek nîn e. Roja ku ji meriv re xirab were, ji xeyni Xwedayê meriv pê ve kesekî meriv tunîne." Evdal digo: "Temo lawo, tu lezke bilezine, Tu sendeliyê ji bavê xwe re bîne, li nawa hewşê deyne. Bavê xwe li ser bide rûniştinê, pişta bavê xwe bide dara tiyê ne. Bavê te nola dem û dewranê berê, belki disa bavê te yê binuhrîne. Belki Mehmed Sürmelî Paşa min bibe li ser hekim û dixtora bigerîne. Xwedê çavê bavê te rehet bike, mirad û meqsedê min û Gula Ecem biqedîne." Temo lez dike, dilezîne, sendeliyê ji bavê xwe re datîne. Bavê wi nola dem û dewranê berê, gêncitiya xwe bi bira xwe tine. Dengê xwe berdide, quling rabûne ji binê beriyê, berê dane welatê Serhedê dikin, qirin û wirine. Pêşivangê qulinga pêşiyê li qulinga digre, dengê qulinga dibire, Qulinga li hev û dinê difetiline. Bang dike paşivangê qulinga, dibê vê sewta xerib sewta kê ye? Paşivangê qulinga dibê: "Qey tu nas naki, eviya sewta Evdalê Zeynikê, bavê Temo, dengbêjê oda Sürmelî Mehmed Paşa, teyrê ser milê qîz û bûka, şairê ruyê dinyayê, siwarê gogerçin e." We gavê quling bi sê dengan li Evdal dikin qirîne. Dibê: "Evdal, halê te çiye, ya çi nîn e?" Evdal dibê: "Quling, tu halê min dibînî? Çavê min kor bûye, çavê min nabîne." Quling dibê: "Evdal, xema mexwe emrê Xaliqe alemê rebil alemin e." Quling dibe: "Evdal, min xewnki di xewarxwe de diye. Min dî ez di xewê de pir bilind rabûm. Ez di nava lewhê mehfûz re derbas bûm, ez ketim şûna sûretê qedera, min di qedera te û Gula Ecem tê de nivîsî ye." |
Evdal der ki: "Temo, oğul, gönlüm söyleşip duruyor. Çünkü bir yanı yaralıdır, bir yanı elemli, bir yanı kederlidir; Gönlümün başı hep beladadır. Ah, feleğin evi yıkılsın Temo, babanın gözleri kör olmuş, göremiyorum! Eskiden beri bey olanlara güven olmaz. Ben zannederdim ki Evdalê Zeynikê, Sürmeli Mehmed Paşa'nın divanının dengbêjidir. Genç kızların ve gelinlerin omuzlarındaki kartal, Gogerçin adlı atın süvarisi, dara düşse, bey onun uğruna bütün malını verir. Ama anladım ki insanın başı dara düştüğünde, Allah’tan başka kimse sahip çıkmaz ona." Evdal der ki: "Temo, oğul, bir sandalye kap da getir babana. Beni avluya oturt ve sırtımı dut ağacına ver. Yine eski zamanlarda olduğu gibi stran söyleyeceğim. Belki Sürmeli Mehmed Paşa duyar da beni doktorlara götürüp baktırır. Temo, Allah inşallah babanın gözlerini iyi eder ve Acem kızı Gulê’ye kavuşurum." Temo aceleyle koşup babasına sandalye getirir ve avlunun ortasına oturttuğu Evdal, gençliğinde olduğu gibi sesini yükselterek söylemeye başlar. Bu sırada turna katarları Serhad ülkesine doğru kanatlanmış, bağrışa çağrışa sıra sıra uçmaktadır. Öndeki turna, diğer turnaları susturur ve en arkadaki turnaya sorar: "Bu ses kimin sesi?" Arkadaki turna cevap verir: "Tanımadın mı? Bu Evdalê Zeynikê, Temo’nun babası. Sürmeli Mehmed Paşa'nın divanının dengbêji, Genç kızların ve gelinlerin omuzlarındaki kartal, Yeryüzünün şairi, Gogerçin adlı atın süvarisi." Bunun üzerine turnalar, üç ayrı perdeden Evdal’a seslenir. Öndeki turna der ki: "Evdal, ne var ne yok, halin nedir?" Evdal cevap verir: "İşte halimi görüyorsun, gözlerim kör oldu, göremiyorum." Turna der ki: "Evdal, sıkma canını. Sonuçta bu durum, âlemleri yaratan Allah’ın kaderidir, neylersin." Turna devam eder: "Evdal, bir rüya gördüm uykumda. O kadar yükseğe uçuyordum ki, kaderin yazılı olduğu 'levh-i mahfuz’un ortasından geçtim. Gördüm ki seninle sevgilin, Acem kızı Gulê’nin kaderi birlikte yazılmış." |
DEWRÊŞÊ EVDÎ DESTANI
Dewrêşê Evdi destanı, tıpkı Mem û Zin, Siyabend û Xecê, Tahir û Zahrê, Filitê Quto, Evdalê Zeynê, Zembilfiroş, Çetelê Axê, Emê Gozê, Mala Nêsir, Şex Seide Kal destanları gibi pek çok farklı versiyona sahip bir kahramanlık destanıdır. Çoğu benzer destanda olduğu gibi burada da Dewrêş ile Edûl arasında güçlü bir aşk ilişkisi bulunmaktadır. Destanın ana olayı, 18. yüzyılda Urfa Viranşehir’de geçmiştir. Viranşehir'de, Milan aşiretinin reisi Temir Paşa hüküm sürmektedir. Dewrêş ise, Sengal bölgesinden gelmiş, Êzidi (Yezidi) inancına sahip bir Kürt'tür. Müslüman olan Temir Paşa'nın kızı Edâl ile birbirlerine aşık olurlar.
Dewrêş, Milan aşiretine yapılan saldırılarda ön plana çıkan kahramanlardan biridir. Aşağıdaki kesitte anlatılan olayda, lbrahim Paşa, Milan aşiretine saldırır. Milan aşireti üyeleri, aşiretin reisi Temir Paşa'nın yirmi yedi sütunlu çadırında, bu saldırıya karşı nasıl bir savunma yapılması gerektiğini tartışırlar. Bu sırada kahraman Dewrêş'in babası Evdi de çadırda bulunmaktadır. Yetmiş beş yaşında olan Evdi, lbrahim Paşa'yı küçümseyerek konuşur ve bunun üzerine çevresindekiler onu gülüp alay ederler. Yaşlılıkla dalga geçer ve Yezidi inancına sahip olmasını küçümserler. Evdi, evine döner ve oğlu Dewrêş’e kendisiyle alay ettiklerini anlatır. Bunun üzerine Dewrêş, çadıra gelir. Aynı zamanda lbrahim Paşa'nın süvarileri, Milan aşiretinin çadırlarına saldırmaya başlar. Herkes korkuyla beklerken, Dewrêş dışarı çıkar ve kırk süvariyi öldürür. Ardından büyük bir savunma savaşı başlar.
| Kurdi | Türkçe |
|---|---|
| Wel, egîto dilê min liyan e, Vana çepke xwe li hev xistin bi Evdo keniyan e, Digo: Evdo lawo, eslê te Êzidi ye, pirê Şeytan e, Emrê te çuye heftê û pêncan e, Tu nikarî bi qîz û bûkên Milan re biki henek û kêf û laqirdiyan e, Ji wiya re dibên șerê İbrahimê Çil Tirkan e, Ne serê sawi û sakûlan... Evdo rabû ji nava çikalan berê xwe da ali kéşê konan e, Digo: Dewro lawo, tu roviyê bikeve qulan e, Eger tu púșt i here devê xwe bide ber devê qizan û búkan e, Eger tu mêr î rabe, here, berê xwe bide bin konê axayê Milan e, Were sew sekolê kuçan îro bi extiyarê kalê bavê te kenyan e, Yar yar... egito yar... Wêl egito dilê min liyan e, wêl liyan e, Dewrêş radibû ji binê konan e, Berê xwe dida bin konê axayê Milan e... Vana diketin șêwr û mişêwrê giran e, Bala xwe didane, İbrahimê Çil Tirkan diketin nava konan e, Kone reș ê Erebi didan ber şûran e, Digirtin Edûlxanê gula nava qizan û búkan e, Davētin payê çitan û perdan e, Herçî xorta, simbêl di devê wan de şikyane, Herçî kala riyê xwe mizdan e, Dewrêşê Evdi radibû ji hêse konan e, Diketin pey siwarê wan e, Çil siwaran dikuştin ji wan e. |
Ah, yiğidim, yüreğim acıdır, Onlar ellerini birbirine vurarak güldüler yaşlı Evdi'ye, Dediler: "Uan Evdo, senin aslın Şeytana uyan, Yezidilik değil mi? Yaşın yetmiş beş olmuş, daha konuşuyorsun..." Gelmiş bize anlatıyorsun, Sen bizim aşiretin kızlarıyla, gelinleriyle bile konuşamazsın, Söz konusu olan, İbrahim Paşa ile savaştır. Çoluk çocuk kavgası değil ki... Evdi kalktı, yürüdü kendi çadırına doğru, Oğluna dedi: "Dewrêş, sen tilki gibi deliklere saklanmışsın, Eğer korkak, boş bir adamsan git kızlarla, gelinlerle söyleş, Yok, bir yiğitsen git Milan ağasının çadırına, Orada ayak takımı, çoluk çocuk, bu yaşlı babana güldüler, Dost... Ah yiğit dost... Ah yiğidim, gönlüm acıdır, ah acıdır." Dewrêş şimdi kalkıyordu kendi çadırından, Gidiyordu Milan ağasının çadırına... Bunlar çadırda ağır bir tartışmaya tutuşurken, Duydular ki İbrahim Paşa askerleri saldırıp çadırlar arasına giriyorlardı, Kara Arap çadırlarını parçalıyorlardı kılıçlarla, Gül gibi güzel Edal'ı, kızlar ve gelinler arasından alıyorlardı, Çitlerin ve perdelerin olduğu hareme atıyorlardı, Ne kadar delikanlı varsa korkudan sus pus oluyordu, O simsiyah kalın bıyıklarıyla... Ve tüm aşiret yaşlıları yetiniyordu sakallarını sıvazlamakla, Dewrêşê Evdi kalkıyordu çadırlar tarafından, Düşüyordu düşman süvarilerinin ardına, Kırk süvariyi öldürüyordu onlardan. |
Filitê Quto Destanı
Filîtê Quto Destanı, Kürt halk edebiyatının önemli eserlerinden biridir ve feodal dönemin sosyal yapısını, aşiretler arası ilişkileri ve bireysel kahramanlıkları derinlemesine işler. Destanın merkezinde, Reşkotan aşiretinin liderlerinden Filîtê Quto'nun hikâyesi yer alır. Filîtê Quto, güzelliğiyle tanınan Ermeni asıllı Şirin'e aşık olmuştur. Ancak Şirin, Filîtê Quto'yu sevmediği için aralarındaki ilişki ilerlememiştir. Bu durum, Filîtê Quto'nun duygusal dünyasında derin izler bırakmıştır. Destanın bir diğer önemli karakteri, kervan sahibi Emê Mamê'dir. Emê Mamê, Musul'dan Bitlis'e doğru dönerken, Reşkotan bölgesindeki Kaniya Badareş'te konaklar. Bu bölgede Filîtê Quto'nun sözleri geçerlidir ve burada yaşanan olaylar, destanın temel çatışmasını oluşturur.
Filîtê Quto'nun annesi Şemê, oğlunun kervanı soymasını istemez ve ona engel olmaya çalışır. Ancak Filîtê Quto, annesinin uyarılarına rağmen kervanın önünü keser ve haraç ister. Bu eylemi, Emê Mamê'nin öfkesini çeker ve yeğeni Elî Etmanekî'yi aracı olarak gönderir. Elî, Filîtê Quto'yu fikrinden vazgeçirmeye çalışsa da başarılı olamaz. Sonunda, Emê Mamê'nin ünlü tüfeği Bazınbelek ile ateş ederek Filîtê Quto'yu öldürmesiyle destan son bulur. Filîtê Quto'nun annesi Şemê, oğlunun ölümüne büyük bir acı içinde ağıt yakar. Filîtê Quto Destanı, Kürt halkının kültürel mirasında önemli bir yer tutar ve bölgenin tarihî ve sosyal yapısını anlamak için değerli bir kaynaktır. Ayrıca, bu destan, Kürt şairleri tarafından bestelenmiş ve dengbêjler aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
Destanın anlatımı ve melodisi, bölgenin müzikal geleneğini yansıtır ve dinleyicilere derin bir duygusal deneyim sunar. Özellikle dengbêj Karapetê Xaço'nun seslendirdiği versiyonları, bu destanın en bilinen ve sevilen yorumları arasındadır. Filîtê Quto Destanı, sadece bir aşk ve kahramanlık hikâyesi olmanın ötesinde, Kürt halkının değerlerini, inançlarını ve sosyal yapısını derinlemesine yansıtan bir eserdir. Bu nedenle, hem edebiyat hem de tarih açısından büyük bir öneme sahiptir.
Aşağıdaki kesitte, kervanın yolunu kesen Filitê Quto ile kervan sahibi Apê Emê arasında aracılık yapan Elî Etmanekinin boğa sidene çabasını görüyoruz.
| Kurdi | Türkçe |
|---|---|
|
Apê Emê digo; Eli lawo tu rabe here cem Filitê Quto berxê Șemê, Bê apê min î Emê li te kiriye silav û kilavê Xwedêwo, Bibê: Apê min î Emê gotiye 'Filito lawo te mêr kuştibe em bidine te xwina mêrêwo, Eger te jin rewandibe em bidine te qelenê jinewo, Neha bi wê yekê qayil nabî were mala me rûne bi erf û edetê dinêwo, Heta devê te bigere ez ê bidime te mal ji xiznêwo, Neha tu bi wê-zekê qayil nabe hestira pêșî navê wê Hedo ye, Hêstira navîn navê wê Xeco ye, Bira hedya ji xwe re biqetine bibe xerc û xeraca serê rêwo, Em ê karwanî ne bira pēșiya karwanê, me berde çavê sawi û sakûlên me li rêwo, Ha malxerabo. Ax heylor heylor heylor... Heylor heylor heylor heylor... Eli derhal çuye cem Filitê Quto, Lê belê wextê Elî ji Filitê Quto ra dibê vê xeberêwo Filit dibê: Eli lawo here cem apê xwe yê Emêwo bê wele Filit gotiye, Min mêr nekuştiye ku bide min xwina mêrêwo Min jin nerewandiye ku bide min qelenê jinêwo Ez qet nayêm li mala wi rûnanêm bi erf û edetê dinêwo, Le derdê min ne hêstira pêși, hêstira navî her du dehşikê wi kerêwo, Le ji apê xwe yê Emê re bibê, Filit gotiye bira Bazinbeleka milê xwe, Ji min re deyne xerc û xeraca serê rêwo ha Șem rebeno.. Le dibền Eli derhal fetili hatiye cem ape xwe Emêwo Digo: Apo bi sê qesema Filitê Quto li me dike dewa Bazinbelekéwo Lễ belê wextê ji apê Emê ra dibê vé xeberêwo, Múyế cane apê Emê dibin weka şújin di kulp ú qapúta ra dertêwo, Derhal diqelébe barki lokki devewo, Dike kozik û qeretún xwe davệje berewo, Bi sẽ denga dike gazi dibe: Filito lawo. Esy her du hestire ku mi dan te ew herekirina xwişka te bủn. Eger tu Bazinbeleka milė min dixwazi, qelene dayka te ya Şemêwo ha Malxirabo... |
Emê amca diyordu: "Oğlum Ali (Eli), kalk Şemê'nin yavrusu Filitê Quto'nun yanına git, Ona de ki amcam Emê, sana Allah'ın selamını yolladı, Anlat amcanın ona şöyle dediğini: Bak Filit, oğlum, eğer adam öldürdüysen sana diyet parasını biz verelim, Yok, kız kaçırdıysan başlık parasını biz karşılayalım, Bunlarla yetinmiyorsan örf ve âdete uyarak buyur gel evimizde otur, Canının istediği kadar mal mülk vereyim sana hazinemden, Bununla da yetinmiyorsan, öndeki katırın adı Hedo, Ortadaki katırın adı Xeco, Bunları hediye olarak alsın, yol haracına saysın, Bizler kervancılarız, yol versin geçelim, çoluk-çocuğumuz bizleri bekler, Evi yıkılası…” Ah aman aman aman, Aman aman aman aman. Ali hemen kalkıp Filit'in yanına gitti, Bunları Filit'e anlattığında, O dedi ki: "Oğlum Ali, amcan Emê'ye git de ki; Vallahi Filit dedi ki; ben adam öldürmedim ki diyet parası versin, Ben kız kaçırmadım ki başlık paramı karşılasın, Hiç de örf âdete uyup onun evine varmam, Benim derdim birer eşek sıpası olan katırlar da değil, Amcana de ki omzundaki Bazinbelek tüfeğini bana bırakıp geçsin, Ancak onu yol haracına sayabilirim. Ah zavallı Şemê..." Derler ki, Ali hemen amcası Emê'nin yanına döndü, Dedi; "Vallahi amca, Filit bizim şu Bazinbelek tüfeğine göz dikmiş," Fakat bunu amcasına söyler söylemez, Amcası Emê'nin tüyleri diken diken oldu Ve adeta bir çuvaldız gibi kaputundan fırladı, Hızla bir devenin yükünü deviriverdi yere, Ardına mevzilenip seslendi: "Bak oğlum Filit, Sana önerdiğim o iki katır senin kız kardeşinin gelinlik yüklerini taşıdılar, Eğer elimdeki Bazinbelek tüfeğini istiyorsan bil ki Annen Şemê'nin başlık parasıdır o." Evi yıkılası… |
Zembîlfiroş Destanı
Zembîlfiroş, Mem û Zin, Xecê ve Sîyabend gibi yöremizde çok bilinen, şiirlere, masallara, filmlere, türkülere konu olmuş hazin aşk hikayelerinden biridir. Gökten zembille inmiş gibi güzel sözlere de konu olmuştur zembil (sepet). Zembîlfiroş'taki aşk, karşılıksız bir aşktır. Ölümü çare gören aşkın hikayesidir. Efsanenin, Mezopotamya'nın tarih ve kültür bakımından oldukça zengin, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, Mervanilerin başkenti olan Farqîn'de geçtiği yaygın olarak söylenir. Yörede hüküm süren bir kralın çok yakışıklı bir oğlu vardır. Görenin bir daha dönüp baktığı, prenseslerin gönlünde yatan beyaz atlı prens Zembîlfiroş'tur. Önceleri kral oğluna yaraşır bir yaşam tarzı vardır. Zevk ve sefada yaşar, sık sık ava çıkar. Bir gün yine avlanmaya çıktığı bir anda Allah aşkı onu avlamış, öylesine avlamış ki ilahi aşkın etkisiyle adeta mecnun olup yollara düşmüştür.
Avlanma sırasında gördüğü bir mezar ve mezardan dışarıya çıkmış iskelet parçaları, onun ölüm gerçeğiyle yüzleşmesine vesile olmuştur. Zenginlik ya da fakirliğin, ölüm karşısında hiçbir hükmü olmadığını, bir gün kendisinin de bir iskelete dönüşeceği gerçeğiyle hemen oracıkta Allah'a sığınarak dünya nimetlerinden vazgeçeceğine ve sadece Allah yolunda yürüyeceğine diz çökerek huşu içinde yemin eder. Yaşadığı sarayın ihtişamını hiç arkasına bakmadan geride bırakır ve eşiyle birlikte yollara düşer. Diyar diyar gezerek zembil yapıp satar ve hayatını böylece idame ettirir. O artık bir 'Zembîlfiroş'tur. Çocuklarıyla, hanımıyla birlikte sırtlarında çadırları, üstlerinde eski püskü elbiseleriyle köy köy, kasaba kasaba dolaşan bir Allah dostudur. Zembîlfiroş'un kaderi, onu son durağı Farqîn'e (Silvan'a) getirir. Farqîn Beyi'nin karısı Xatân Xan, Zembîlfiroş'a hayran kalır. Zembil almak bahanesiyle onu saraya çağırır. Xatân Xan, yıldırım aşkına çarpmıştır adeta. Bir yanda bey olmanın ayrıcalığı, diğer yanda aşka kapılmanın verdiği tutku... Çok zor durumdadır ama yüreğe söz geçiremez, gönül beylik tanımaz. Aşkını dizelerle anlatmaya çalışır: Zembîlfiroş, zembil alır, Dükkan dükkan gezer, Xatân’ın aklı başından gider, Zembîlfiroş’a seslenir: 'Gel beyim, döşeğine otur, Beyin haremi sana helaldir, Güzel zülüflerimi sana sunarım, Gözlerim ceylan gözüdür, Endamım reyhan gibi...'
Ama Zembîlfiroş, dünya nimetlerinden vazgeçmiş bir derviştir. En önemlisi, tövbe etmiştir. Sadece Allah’a kulluk etmeye yemini vardır, haramı yaşamından silmiştir. Hem bunun için değil miydi onca malını, mülkünü, ihtişamını, zevk ve sefayı bırakıp yollara düşmek? Hem evliydi hem de karısını çok seviyordu. İşte bu yüzden ölüm fermanı olan REDD-İ AŞKI hiç çekinmeden yapar ve Xatân Xan’ın aşk çağrısına olumsuz olarak dizlerle cevap verir:
'Xatân, ben tövbekarım, Güzel kadın ben tövbekarım, Çocuklar evde açtır, Allah adına yapamam...'
İşte bu dizelerle Zembîlfiroş, Xatân’ın aşkını reddeder. Ancak Xatân Xan, reddedilmesine rağmen ısrar eder. Ölesiye bir tutkuyla Zembîlfiroş’a aşık olan Xatân, onu elde etmek için her yolu dener. Sonunda, Zembîlfiroş’un karısının kıyafetlerini giyer ve onun yerine geçer. Zembîlfiroş, yatağındaki kadının kim olduğunu fark eder ve hemen çadırından çıkar. Birçok anlatıya göre, Zembîlfiroş, Xatân Xan’dan kurtulamayacağını anlayarak kendini sarayın burçlarından aşağı atar. Diğer bir anlatıma göre ise Zembîlfiroş, çaresiz kalır ve canını almak için Allah’a yalvarır. Zembîlfiroş ölünce, peşinden koşan Xatân Xan da aynı dileği dile getirir ve ikisi de ölür. Bu sevda masalının sonu, diğer masallar gibi hüzünlüdür. Aynı Mem û Zin destanındaki gibi, Xatân Xan’ın Zembîlfiroş’a olan aşkında da ölüm çare olmuştur.Zembîlfiroş ile Xatân Xan’ın aşk hikâyesi, bugün sadece olayın yaşandığı Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde değil, Kürt kültürünün etkili olduğu tüm bölgelerde hâlâ dillerde dolaşan bir masaldır. Bu hikâye, şarkılara, şiirlere ve diğer sanat eserlerine ilham vermiştir.