Kadiz, Kürtçede saman anlamına gelir ve Kürt mitolojisinde saman çalma ile ilgili bir hikaye bulunur. Bu hikayeye göre, tanrıların birbirlerinden saman çaldığı ve kağnı arabalarıyla gökyüzünde hızla ilerlerken arabadan dökülen samanların, yol boyunca bıraktığı iz olarak anlatılır. Türkçede kullanılan 'Samanyolu' teriminin, Türk mitolojisinde bir karşılığı yoktur ve büyük ihtimalle Kürt mitolojisinin bir çevirisi olarak aktarılmıştır.Samanyolu, tüm yıldızlı gökyüzünü bir kuşak gibi sarar; bazen iki ayrı yol halinde ayrılır, bazen de bulutlara benzeyen kümeler şeklinde yayılır. Beyazımsı, bulanık ve düzensiz bir görünüm ortaya çıkar. Roma mitolojisinde ise bu, dökülen süte benzetilir. Buna göre, tanrıça Juno, Hercule’yu emzirirken göğsünden düşen süt damlalarının gökyüzüne yayılmasından oluşan bir kümeye inanılır.
Kald, Mitaniler döneminde mitolojide baş tanrı olarak kabul edilir. Bazı kaynaklara göre, Mitanilerin bu baş tanrısı, Urartulardaki Xaldi ile özdeşleştirilir. Yani, Mitanilerden Urartulara geçiş sırasında ismi değişmiş, ancak misyonu ve panteondaki rolü aynı şekilde devam etmiştir.
Kamak, Medler'e ait efsanelerde canavar şeklinde bir kuş olarak betimlenir. Efsaneye göre, yeryüzüne ayak bastığı anda tüm ışık ve aydınlık kaynaklarını kurutmuş, yağmurları öyle engellemiştir ki nehirler ve dereler kurumuştur. Dünya, kuraklık ve kıtlık nedeniyle halkı büyük bir sıkıntıya sokmuş, hiç kimse onun karşısına çıkıp konuşamamış ve zararlarına engel olamamıştır. Sonunda, Kawa'nın torunu Oritan’ın oğlu Gerşasp, yedi gün yedi gece süren bir ok yağmuru ile Kamak’ı yok ederek insanları bu sıkıntılardan kurtarmıştır.
Kamarîkan, Ahura Mazda tarafından yaratılan altı (sonrasında Suruș’un eklenmesiyle yediye çıkan) îmșaspende karşı, Ehrîman’ın yarattığı altı (Heșem’in eklenmesiyle yediye çıkan) kötülük devi olarak kabul edilir. Bu kamarîkanlar şunlardır:
-Akamanah: Kötü düşünceleri simgeler. Behmen’in karşısında, kötülüğü, fitne ve fesadı yaymayı, zararlı düşünceleri yaymayı amaçlar.
-İndra: Proto Kürtlerin inançlarında saygı duyulan ve önemli bir tanrı olarak bilinen İndra, Zerdüştlükte kötülükle özdeşleştirilmiş ve kamarîkler arasına dahil edilmiştir. Bunun nedeni net olarak bilinmemekle birlikte, Zerdüştlükte Aşa’nın karşısında yer alarak kötü ruhlar yayma ve insanları sapkın yollara saptırma ile ilişkilendirilmiştir.
-Sarva (Saurva): Dehşet ve kargaşa devidir. Şehrver’in karşısında, düzensizliği ve güçsüzlüğü temsil eder.
-Naong-haithya: Spendarmuz’un karşısında yer alır ve iftira atma ile emre karşı gelmeyi simgeler.
-Taurvi: Bozgunculuk ve açlık devidir. Canları telef eden, bozgunculuk, yenilgi, açlık ve susuzluğu temsil eder. Hordâď’ın karşısında yer alır.
-Zaîríș: Taurvi’nin ortağıdır ve Mordaď’ın karşısında yer alır.
Heșem: Kızgınlık ve isyan devidir, Suruș’un karşısında yer alır.
Karduk, Proto Kürtlerin atalarından biri olarak bilinir ve ismi ilk kez Ksenefon'un 'On Binlerin Dönüşü' adlı eserinde geçmektedir. Karduklar, genel olarak Zagros bölgesinde yaşayan bir topluluk olarak tanımlanmıştır. Bu adla bilinen mitolojik anlatımlar, sanat ve edebiyat kayıtları bulunmamaktadır. Ancak, Ksenefon'un betimlemelerine göre, Karduklar köylerde kırsal bir yaşam sürer, tarım, hayvancılık ve el sanatlarıyla uğraşırlar. Tarihi kaynaklara göre, Karduklar, Med devletinin yıkılmasının ardından Pers kralına karşı ayaklanarak bağımsızlıklarını kazanmış Kürtlerdir. MÖ 401 yılında 'On Binler'e karşı savaşmışlar ve Roma İmparatorluğu döneminde yaşadıkları bölge Gordyene olarak adlandırılmıştır. İmparator Traianus döneminde (MS 98-117) bu bölge Roma İmparatorluğu'na katılmış, ancak Hadrianus (MS 117-138) döneminde tekrar bağımsızlıklarını kazanarak Roma'dan ayrılmışlardır.
Kardunîaş, Kassitlerin baş tanrısıdır ve Kassitler, kurdukları devlete de bu tanrının adını verirler. Kassitlerin 'Kassu' adı, yoksul anlamına gelir. Bu halk, Yukarı Mezopotamya'dan merkezi devletlere göç etmiş, buralarda tarım, zanaat ve benzeri işlerde çalışmışlardır. Babil'de asker olarak görev almış ve devletin çeşitli kademelerinde memur olarak çalışmışlardır. MÖ 1741'de Babil'i fethederek yaklaşık 300 yıl boyunca bu şehri egemenlikleri altında tutmuşlardır. Kassitler, Babil'deki inanç sistemine saygı göstermiş ve Babil de onların tanrılarını kabul etmiştir. Bu nedenle, sıklıkla tanrı ve tanrıçaları birbirine karıştırılmaktadır. Kassitlerin başkenti Dur-Kurigaltzu'da inşa ettikleri en büyük tapınaklardan biri, baş tanrıları Kardunîaş'a adanmıştır.
Avestaya göre, dünyanın yedi kıtasından birisidir. Bu kıtalardan üzerinde insan yaşayan tek kıta Khvanfratha'dır ve burası aynı zamanda Karjwar olarak da bilinir. Yedi kıta şu şekildedir:
-Arezahf (Batı)
-Savahf (Doğu)
-Faradadhafsu (Güneydoğu)
-Vidadhafsu (Güneybatı)
-Vourujarestf (Kuzeybatı)
-Vourubarestf (Kuzeydoğu)
-Karjwar/Khvanfratha (Merkez)
Karen, Kawanın oğullarından birisidir. Med-Turan savaşında hayatını kaybeder. Kardeşi Keykubad, onun intikamını almak için Turan'a gidip, Turan'ın askeri komutanlarını öldürmüş ve ölülerini katırların sırtına koyarak Turan'a geri göndermiştir, diye rivayet edilir.
Kawa kelimesi, Medler arasında bir soyluluk unvanı olarak kullanılmıştır ve 'key, kavi, kawa' biçimlerinde yer alır. Bu terimler, Avesta'daki 'kawy' kelimesinden türetilmiştir ve önder, lider, hükümdar anlamına gelir. Medler'de bu isim bir sıfat olarak kullanılır ve hem kral hem de bazı prenslerin adlarının ön ekinde yer alır. Avesta'ya göre, Zerdüşt dinini ilk kabul eden kişi Kawa Viştaspa'dır. Avesta'da sekiz 'kawa' ismi bulunur. Bunlardan sonuncusu Kawa Xusrawa'dır ve bu isim günümüzdeki Kürtlerin ulusal marşında yer alan Keyxusrev'e denk gelir. 'Key' sözcüğü de 'kawy' kelimesinden türetilir ve 'kawa' anlamında kullanılır. Örneğin, Keyxusrev, Keykubad, Kayakser, Keyasi gibi isimlerde karşımıza çıkar. Kawalar, aşiret reisliği, kral, prens gibi yönetim işlerinin yanı sıra demircilik, soğaltıcılık ve at bakıcılığı gibi mesleklerle de tanınmışlardır. Kawa, sadece Medya'da bulunan bir sıfattır; başka halklarda yer almaz.
Kawayê Hesinkar, MÖ 612'de Asur İmparatorluğu'nun zulmüne son vererek Med devletini kuran kişidir. Hem ismi hem de Asur'un yıkılışı olayı, mitolojik bir anlatıma dönüşmüştür ve bu hikaye Newroz mitolojisi olarak aktarılır. Bu mitolojinin farklı versiyonları bulunmaktadır. Bazı yorumcular, Kawa'yı Babil mitolojisindeki Gaga ile özdeşleştirirken, Kawa efsanesinin gerçek bir kişi olmadığını, Medler'de Kawa ismiyle biri bulunmadığını ve Asurlularda da Dehaq isminde bir hükümdarın olmadığını savunurlar. Örneğin, Dağlı (2004, s. 93) ve Bilgin (1995) gibi araştırmacılar bu görüşü benimsemişken, R. Izady (2004) ise Kawa'nın Asurlu, Dehaq'ın ise Kürt olduğunu iddia etmiştir. Diğer taraftan, Fars mitolojisinde Kawa, isyanı başlatan kişi olarak tanıtılır ancak isyanda önderlik eden ve Asur'u yenip Med devletinin başına geçen kişinin Feridun olduğu ifade edilir. Feridun ve Kawa'nın iki ayrı kişilik olarak gösterildiği de bir diğer değerlendirmedir. Kawa isminin bir sıfat ve soyluluk unvanı olarak Medler arasında kullanıldığı ve hem kral hem de prenslerin adlarının önünde ya 'key' ya da 'kawa' önekiyle yer aldığı belirtilmektedir. Avesta'da, 'kawy' kelimesinden türetilen sekiz farklı Kawa ismi bulunmaktadır.
Asurlularda, kralların ejderha simgesini kullanmaları, ve Medler'de ejderhaların Ehrîman güçleriyle ilişkilendirilmesi nedeniyle, Asur'daki ejderhaların Med mitolojisindeki Dehaq ile özdeşleştirildiği ifade edilmektedir. Asur sanatı incelendiğinde, pek çok kralın kanatlı ejderha simgesini kullandığı ve ejderhalara geyik, ceylan gibi hayvanlar yedirildiği görülmektedir. Örneğin, II. Asurnasirpal (MÖ 883-859) ve Sîn-Șarra-İşkun (MÖ 629-612), kanatlı ejderhalarla birlikte resmedilmişlerdir. Asur mitolojisinde bu ejderhalar, kralların koruyucuları olarak betimlenir. Kraliyet tahtını aslanlar, kralı ise kanatlı ejderhalar korur. Avesta'da, Dehaq (ya da Dehaqa) adı, Ehrîman'in taraftarlarıyla ilişkilendirilirken, aynı zamanda Kawa'nın ismiyle de özdeşleşmiştir. Sîn-Șarra-İşkun, Asur İmparatorluğu'nu yıkan ve kanatlı ejderhalarla resmedilen bir figür olarak Dehaq ile ilişkilendirilir. Bu durum, mitolojik anlatımlarda şu şekilde özetlenir:
Medya'da zalim bir kral olan Dehaq, büyük bir kalede yaşar ve pek çok vahşi hayvan besler. Çocukların beyinlerini yiyerek, halkı her gün yenilmek üzere hazırlamaya zorlar. Halk, bu zulme karşı koymaya çalışır, ancak Dehaq'ın askerleri onları zorla toplar ve her gün çocukların beyinlerini getirir. Bir süre sonra, halk çocuklarını kurtarmak için kuzu ve oğlak beyinlerini getirmeye başlar. Ancak, Dehaq durumu fark eder ve çocukları öldürüp beyinlerini kendi askerlerine hazırlattırır. Bir gün, kaleye yakın bir köyde yaşayan Kawa adında bir demirci, kralın zulmüne karşı çıkar. Kawa, köylere silah dağıtarak, çocuklarını dağlara götürmelerini ister. Köylüler, Kawa'nın önderliğinde bir araya gelir ve zulme karşı savaşmak için yemin ederler. Dağlarda eğitilen köylüler, Kawa'nın komutasında Dehaq'ın kalesine saldırırlar. Kaleyi yakıp yıkarak içindeki köylüleri serbest bırakırlar ve Dehaq'ı öldürüp kaleyi ateşe verirler. Bu zafer, 21 Mart'a denk geldiği için Newroz olarak kutlanır.
Kela Dimdimê, Dimdim Kalesi olarak da bilinen, yiğitlik ve direnişin anlatıldığı bir destandır. Olay, İran hükümdarı Şah Abbas döneminde yaşanmıştır. 16. yüzyılın başlarında Bradost ve Mukrî Kürtleri ile Safeviler arasında yaşanan savaşla ilişkilendirilen kale, bu savaşı anlatan bir kahramanlık destanına da ev sahipliği yapmaktadır. Dimdim, İran Kürdistanı'nda, Urmiye Gölü'nün batısındaki bir dağ kalesidir. Geçmişi İslam öncesine dayanan kale, 1609 yılında Bradost Miri Xanê Lepzêrîn tarafından yeniden inşa edilmiştir. Safeviler, başlangıçta Bradost ve Urmiye'deki Kürt mirlerinin yönetimini kabul etseler de, Xanê Lepzêrîn'in, ne Osmanlıların ne de Safevilerin tam egemenliğinde olmayan bölgede bağımsızlık girişimi başlatması, Safeviler tarafından tehdit olarak algılanmıştır. Bunun üzerine, Şah Abbas'ın veziri Hatem Bey, Xanê Lepzêrîn'i kuşatmıştır. 1609 Kasım'ından 1610'a kadar süren kuşatmada Mukrîler, Mîr'in yanında yer almışlardır. Sonunda kale düşer ve tüm savunucular öldürülür, Şah Abbas'ın emriyle pek çok Kürt aşireti Horasan'a sürülür ve yerlerine Türkmen Afşar boyları yerleştirilir. Bu destanın en eski yazılı versiyonunu Ereb Şemo aktarmış olup, Ereb Şemo'nun aynı adlı romanında destanın özeti şöyle aktarılmaktadır: Xanoyê Kurd adında bir aşiret lideri, başlangıçta Şah Abbas'ın yanında yer almış ve savaşlarda gösterdiği yiğitlikle tanınmıştır. Şah Abbas için pek çok zafer kazanmış ve bir savaşta kolu kılıç darbeleriyle kesildiği için, Şah Abbas ona altından bir kol yaptırmıştır. Bu yüzden ona 'altın kollu Xano' anlamına gelen Xanê Cengzêrîn veya Xanê Lepzêrîn denir.
Xanê Cengzêrîn kolu kesildikten sonra, Şah Abbas'tan izin alarak Dimdim bölgesine yerleşir ve burada çok sağlam bir kale inşa ettirir. Etrafındaki Kürt aşiretleri birleşir ve Şah Abbas, Kürtlerin Xanê Cengzêrîn etrafında birleştiğini görünce, Xanê'yi teslim almaları için askerlerine emir verir. Askerler, Xanê'yi yakalamaya gider ancak Xanê teslim olmaz ve Kürtlerin Şah Abbas'a boyun eğmeyeceğini bildirir. Şah Abbas, ordusunu toplar ve kaleye saldırır, ancak kale çok sağlamdır ve ele geçirilemez. Şah Abbas, kalenin sırrını öğrenmeye çalışır fakat başarılı olamaz. Dimdim Kalesi'ndeki direniş, yedi yıl sürer. Şah Abbas, hiçbir sonuç alamaz ve kale düşmez. Sonunda, kalenin sırrını öğrenene altın taçla ödüllendireceğini söyler. Bir gece Mahmud adında biri aç kaldığı için Xano'ya öfkelenir ve kaleden kaçarak Şah Abbas'a sığınır. Şah Abbas'a, kalenin zayıf noktasının su olduğunu söyler. Suyu, gizli kanallardan kaleye taşıyan bu suyu keserlerse, kaledeki Kürtlerin susuzluktan teslim olacağını bildirir. Şah, Mahmud'a ihanetinin nedenini sorar, o da aç kaldığı için onlara kızgın olduğunu söyler. Şah Abbas, bu kadar basit bir öfke yüzünden halkına ihanet eden Mahmud'u öldürür.
Suyun kesilmesiyle, kaledeki halk ciddi zorluklarla karşılaşır. Xanê Çengzêrîn, halkını toplantıya çağırır ve burada bir karar alırlar: Kürtler, Şah Abbas'a teslim olmayacak ve sonuna kadar direneceklerdir. Kadınlar ve erkekler birlikte savaşır, direnir ve ölürler. Geriye kalan tüm halk, kalenin meydanında toplanır. Kale meydanına barut yığıp patlayıcı hazırlarlar ve etrafına halk oluştururlar. Şah Abbas'ın eline geçmemek için patlayıcıyı kendilerinde patlatıp, kadın, erkek, yaşlı, genç hep birlikte intihar ederler. Şah Abbas, kaleyi ele geçirdiğinde, kalenin ortasında bu ölü bedenlerle karşılaşır.
Kela Memê, Botan bölgesinde bulunan dik yamaçlarla çevrili bir dağdır. 'Mem'in Kalesi' anlamına gelen Kela Memê, tamamlanmamış bir aşk hikayesine dayanır. Yaz aylarında aşiretler bu bölgeye yaylalara çıkar ve Mem burada aşkını yaşar. 'Memê Şivan' Êzidî inancında da kutsal kabul edilen bir mekândır. Osmanlı döneminde ise Botan mîrlerinin kalesi olarak işlev görmüştür. Kalenin içinde, Mem'e ait olduğu düşünülen bir harabe bulunur ve bu hem onun yaşadığı yer olarak kabul edilir hem de burası bir ziyaretgâh olarak kullanılmaya başlanır. Bu harabenin, Memê Şivan'ın evi olduğuna inanılır ve insanlar burayı ziyaret ederek dileklerde bulunurlar. Ziyaretçiler, dağa çıkıp bu bölgeyi ziyaret ettikten sonra, dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar.
Ker û Kulik Destanı, iki kardeşin çatışmasını anlatan bir aşiret destanıdır. Ker ve Kulik, aynı anneden doğmuş iki kardeştir. Annelere Werdê adını verdikleri anneleri, Hesê Dudê adlı bir beyin kızıdır. Hesê Dudê’nin, Bilêcan adında oldukça ünlü bir atı vardır. Emer Ağa, bu atı istemekte ve onu elde edebilmek için çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. Kürt aşiretlerinde, yiğitliğin ve cesaretin sınandığı geleneksel törenlerde kahve kaynatılır ve misafirlere sunulur. Kahve fincanını alan yiğit, verilen teklife katılmayı kabul etmiş sayılır. Emer Ağa da bu gelenekle kahve kaynatır ve kızı Gulçin Hanım'la birlikte misafirlere sunar. Bilêcan isimli atı getiren kişiyi, kızıyla evlendireceği vaadini verir. Gulçin Hanım, üç gün boyunca kahveyi sunar, ancak kimse cesaret edip fincanı almaz. Ker ve Kulik isimli kardeşler bunu duyunca, işlerini bırakıp Emer Ağa'nın evine giderler. Kahveyi, Gulçin Hanım’ın elinden Kulik alır ve Bilêcan adlı atın olduğu Hesê Dudê'nin evine doğru yol alır. Kulik’in annesi, dayısının atını almak için gideceğini ve kahve sunarak anlaşma sağladığını öğrenince, ona tavsiyelerde bulunur. Fakat Kulik, annesinin öğütlerini unutur. Kulik, atı alıp önce pusuda bekler. Bilêcan isimli atı su içirmek için getiren cariyeleri görünce, atı ele geçirir. 'Gizlice geldim' veya 'yiğitlik gösteremedim' gibi sözler işitmemek için Hesê Dudê'nin oğullarına haber gönderir. Ancak, Hesê Dudê'nin yedi oğlu birden gelir ve Kulik ile savaşmaya başlar. Savaş birkaç gün sürer, ancak yedi kardeşin birlikte saldırması sonucu Kulik ağır yaralanır ve yere düşer. Kulik, onlara yeğenleri olduğunu ve Werdê'nin oğlu olduğunu söyleyerek onları bilgilendirir. Dayıları, bu durumu duyunca üzülür ve onu tedavi etmeye çalışırlar, ancak yaralar çok ağırdır.
Kulik’in kardeşi Ker, Kulik'in ağır yaralandığını öğrenince, Bilêcan atını ve kardeşini alarak Habur'a doğru yola çıkar. Anneleri, ondan en küçük kardeşi bırakıp diğerlerini öldürmemesi için söz alır. Ker, sadece en küçük kardeşi bırakır ve atı ve yaralı kardeşiyle eve döner. Emer Ağa, Gulçin'i getirir ve Kulik’le evlendirir, ancak Kulik aldığı yaralardan dolayı hayatta kalamaz ve ölür. Emer Ağa, Gulçin’e, Kulik için verdiği sözü yerine getirmesine rağmen, Kulik’in artık hayatta olmadığını söyler. Bunun üzerine Ker, kılıcını çeker ve kardeşinin ölümüne karşılık, Gulçin’i onlara vermez. Destan, dengbejlik tarzında, sözlü ve şiirsel bir biçimde uzun ve ayrıntılı bir anlatımla aktarılmaktadır.
Keresaspa, Medlerin mitolojik halk kahramanlarından biridir. Büyük bir güce sahip olması ve düşmanlarına korku salmasıyla tanınır. Keresaspa, yalnızca savaşçılığıyla değil, aynı zamanda çalışkanlığı, emeği ve kendi halkına karşı duyduğu sevgiyle de dikkat çeker. Onun karakteristik özelliklerini özetlemek gerekirse, savaşçılığının yanı sıra, halkına duyduğu sevgi ve bağlılık da önemli bir yer tutar.
Kereto-Dasu, Medlerde sabah horozunun melekle özdeşleştirilmesidir. Horozun sabah uyanma çağrısının, Behmen’in çağrısı olduğuna inanılır. Horoz, Behmen’in kutsal hayvanıdır ve onun çağrısıyla atalet dönemini de sona erdirdiği ifade edilir. Medlerde bu türden mitolojiler, çalışkanlığa övgü ve tembellik ile ataletin eleştirisi şeklinde şekillendirilmiştir. Medlerin başarısının, sadece yaman savaşçılar olmaları ya da Asurlular gibi acımasız davranarak başka yerlerin zenginliklerini yağmalamalarıyla ilgili olmadığı söylenebilir; aslında bu başarı, tarım ve hayvancılıkta elde ettikleri üstün başarılar ve üretim patlamalarıyla ilgilidir. Medler, bu üretim patlamasını da Zerdüştlüğe borçludur. Çünkü başka hiçbir din, çalışmaya bu kadar değer vermemiş, emeği kutsallaştırmamış ve tembelliği kötülük ile günahkârlıkla özdeşleştirip çalışmayı ibadet saymamıştır.
Kerwankuj, Türkçede Seher Yıldızı olarak bilinir. Sami halklarında Şira, Yunanlarda Afrodit, Latinlerde Sirius ve İranlılarda Şabaheng olarak adlandırılır. Kürtler bu yıldızı Kerwankuj olarak adlandırmalarının sebebiyle ilgili birçok efsane oluşturulmuştur, bu efsaneler genellikle kervanları öldürme ya da yollarını şaşırtma temasına dayanır. Ancak, bu yıldızın yere yakın görünüp çok parlak olması nedeniyle kervanların onun ışığından faydalanarak gece yolculukları yaptıkları ifade edilir. Çoğu zaman kervanlar, bu yıldızı Zühre (Venüs, Nahîde) ile karıştırır ve bu da yollarını kaybetmelerine sebep olur. Kerwankuj adı, bu durumdan kaynaklanan efsanelerden türetilmiştir.
Kevana Behmen, Behmen'in yayı olarak bilinir. Medler döneminde gökkuşağı (keskesor, bûka baranê) Behmen'in yayı olarak adlandırılmıştır. Gökkuşağının yayla benzetilmesi yalnızca Behmen ile ilişkilendirilmemiş, aynı zamanda Rustem'in yayı olarak da anılmıştır. Hint mitolojisinde gökkuşağı, Vişnu'nun yayı olarak kabul edilir. Bruni ise gökkuşağını Hintlerde Indra'nın yayı olarak tanımlar. Avesta'da tanrı adına yemin, ant, kavil, ahit gibi kavramlarla birlikte gökkuşağı, su ve tufan temaları tanrı Tir ve tanrıça Anahita ile ilişkilendirilmiştir. Özellikle Doğu Kürdistan'ın Deylem bölgesinde gökkuşağı, Tîr ve Nahîde (Anahita)'nin bir araya gelmesi olarak görülüp, gökkuşağını görmek hayır getireceğine inanılır ve her görüldüğünde dua edilir.
Khvarna, Medler için güneşi simgeler ve güneşin ışınlarını temsil eder. İnanan ve saygın kişilerin etrafında, güneş ışınlarından oluşan bir halka belirdiği düşünülür. Kutsal bir aura veya hale olarak betimlenir. 'Xarna' şeklinde okunur ve 'Xar/xor' kökü güneş anlamına gelir. Khvarna, Zerdüştlükte bir yaban keçisi veya kartal şeklinde insanlara görünür; bu iki hayvan, Khvarna'yı temsil eder. Yaban keçisi ve kartal, en ulaşılması zor yerlere giden ve zirvelerin, yüksekliklerin hayvanları oldukları için, insansal yücelmenin metaforik sembolü olarak seçilmiştir. Khvarna'nın, öğrenmeye ve bilgilenmeye istekli olanları aydınlattığına ve onlara yol gösterdiğine inanılır.
Kişar, Gutf halkının kabul ettiği bir tanrı olup, Anşar ile birlikte adı geçer. Anşar ve Kişar, bazı kaynaklarda Mezopotamya halklarının ortak tanrıları olarak anılır. Gutîler arasında Anşar gökyüzünden, Kişar ise yeryüzünden sorumlu kabul edilir. Sümer'deki Anu ve Enlil veya En ile Ki'nin birleşiminden, sulardan sorumlu olan Enki doğar. Anşar ve Kişar, Babil mitolojisinde de yer alırlar. Babil'in Enuma Eliş destanında, Apsu ve Tiamat'ın çocukları arasında ikinci çift olarak (ilk çift Lahmu ve Lahamu'dur) yer alırlar.
Kizouvatna, Mitanni tanrılarından biridir. Mitannilere ait özgün mitolojiler hakkında fazla bilgi bulunmamakta, ayrıca kendilerinin taptığı veya benimsediği tanrı ve tanrıçaların isimleri yalnızca kral ve kraliçelerin kurban adama, dua etme ve dileklerde bulunma gibi ritüeller sırasında geçmektedir. Bu tanrı ve tanrıçalar hakkında ayrıntılı bilgiler ise mevcut değildir.
Zerdüşt inancına göre, evrenin yaratılışından önce sonsuz bir boşluk vardı. Bu boşlukta bir ışık mevcuttu ve burası Spenta Mainyu'nun, yani Ahura Mazda'nın mutlak akıl mekânıydı. Ancak, bu ışığın etrafını zifiri karanlık sarıyordu. O karanlık, Angra Mainyu'nun, yani Ehrîman'ın hüküm sürdüğü yerdi ve kötülüğün kaynağıydı. Ehrîman yaratıcı bir güç değildi; sadece yaratılanları kirletebilir veya yok edebilirdi. İyiliğin ışığı ve kötülüğün karanlığı birbirinden habersizdi. Ancak karanlık, aydınlıktan haberdar olduktan sonra ona saldırmaya başladı. Bu ikisi arasındaki savaş büyük bir patlama yarattı ve bu patlamayla birlikte zaman ve hareket oluştu.
Patlamanın ardından Ahura Mazda ile Ehrîman arasında dokuz bin yıl süren bir barış dönemi yaşandı. Ehrîman, karanlığına geri çekildi, ancak Ahura Mazda evreni yaratmaya devam etti. Önce ruhsal âlem, ardından maddi âlem yaratıldı. Dünya oluştu ve ilk insanlar, Urstir ile Gayomart, hayat buldu. Ehrîman karanlıklarından çıkarak Ahura'nın yarattığı evrene ve dünyaya saldırmaya başladı. O, her şeyi kötülükle kirletti ve dünya, iyilik ile kötülük, aydınlık ile karanlık arasındaki mücadelenin alanı haline geldi. Bu evrensel mücadelede kaos Ehrîman'a, kozmos ise Ahura Mazda'ya aitti. İnsanlar özgürdü ve kendi iç mücadelelerinde zafer kazanacaklardı. Sonunda, dürüstlüğün ve iyiliğin galip geleceği ve maddi dünyanın sonuna gelindiğinde bunun ilan edileceği inanılıyordu. Dünya üzerinde şekillenen her şey ve her kişi Ahura Mazda'ya dönecekti. Ehrîman'dan gelen her şey ise, nihayetinde kendisine geri dönecekti. Zerdüştçülüğe göre, dünya üzerindeki yaşam on iki bin yıl sürecektir. İlk üç bin yıl yaratılış süreci, sonraki üç bin yıl Ehrîman'ın uykusu, diğer üç bin yıl ise Zerdüşt'ün gelişimidir. Son aşamada ise, büyük bir mücadele sonunda Ehrîman kötülükleriyle birlikte sonsuza dek karanlıklara gömülecek ve dürüstlük ile iyilik hüküm sürecektir. İnsanlar, sonsuza kadar Ahura Mazda'nın aydınlığı altında kalacaklardır.