Sadan, Keywan olarak bilinen Satürn gezegeni veya Zuhal, Mitraizmde her şeyin temelini oluşturan zaman olgusuyla ilişkilendirilir. Zaman, Kronos Sacculum olarak adlandırılır ve Keywan olarak da isimlendirilir. Kürt mitolojisinde, Sadan yedinci ve son felek olarak tanımlanır. Sadan, genellikle hem Berciş hem de Keywan ile birlikte kullanılır. Bu iki yıldız, uğurlu sayılan gök cisimleri olarak kabul edilir.
Saena, Simurg'un Avesta'da geçen ismidir. Bu ismin telaffuz edilen hali olan 'Sin,' daha sonra aldığı eklerle farklı dillerde yer edinmiştir. Avesta'da Saena olarak geçen bu sözcük, Sanskritçede 'Syena,' Pehlevicede 'Sênmuru,' Azericede ise 'Sain' şeklinde kullanılmıştır. Saena, 'şahin' anlamına gelirken, Sanskritçedeki 'Syena' da 'avcı kuş' anlamında kullanılmıştır.
Sala, Hurrî tanrısı veya tanrıçasıdır. Bu ilah hakkında çok fazla bilgi olmasa da, aynı isimden türetilen 'salar' kelimesi, günümüz Kürtçesinin Sorani lehçesinde 'önder,' 'lider' ve 'reis' anlamlarında kullanılmaktadır. Aynı isim, hem devlet başkanları hem de aşiret konfederasyonlarının liderleri için de kullanılmaktadır.
Sam, Avesta'da Sama olarak geçer. Neriman’ın oğlu, Zal’ın babası ve Rustem’in dedesidir. Medler döneminin mitolojik kahramanlarındandır ve Gerşasp’ın torunudur. Sam ile ilgili efsaneler incelendiğinde, onun Medler devleti kurulmadan önceki dönemde yaşadığı, Zerdüştlükten önceki Mazdaizm sürecine denk geldiği anlaşılmaktadır. Gerşasp ile ilgili mitoslarda da adı geçer. Bundehisn’e göre, Sam, Mazdaizm inancında işlediği kusurlar nedeniyle Ahura Mazda tarafından gözden düşürülmüş ve bir Turanlının baltasıyla yaralanıp kıyamet gününe kadar hissiz bir şekilde yaşamaya mahkum edilmiştir.
Şahname’de onunla ilgili bilgiler değiştirilmiş ve Menûçehr döneminde yaşamış gibi gösterilmiştir. Ancak Avesta'da adı geçen bu mitolojik kahramanın, birlikte anıldığı isimlere bakıldığında, Medler devletini kurmadan önceki dönemde ve devletleşmenin ilk süreçlerinde yaşadığı anlaşılmaktadır. Sam ve oğlu Zal ile ilgili efsanede Simurg kuşu da yer alır. Bu efsaneye göre, Sam, oğlu Zal'ı doğumundan sonra terk etmiş, Simurg onu bulup büyütmüş ve daha sonra Sam, gördüğü bir rüya üzerine oğlu Zal'ı arayıp bulmuştur.
Sam’ın savaşçılığı, Firdevsî tarafından özellikle vurgulanır:
'Bütün ordu huzuruna geldi Sam'ın,
Açık gönüllülükle, sevinçler içinde.
Sam yola çıktı savaşmak için,
Düzgün ve savaşa susamış bir orduyla.'
(Firdevsî)
Sam, Rustem’in dedesi, Zal’ın babasıdır. Efsaneye göre, Sam bir oğlu dünyaya getirir ancak oğlunun ak saçlı olduğunu gören ve bununla alay edileceğinden korkan Sam, çocuğun çok uzaklardaki bir dağa bırakılmasını emreder. Simurg, yavrularına yiyecek bulmak için dolaşırken Zal’ı zor durumda bulur ve onu alarak yuvasına götürür. Simurg, çocuğu besleyip büyütmeyi tercih eder. Simurg’un büyüttüğü çocuk, delikanlılık çağına geldiğinde ismi çevreye yayılmaya başlar. Sam bir gece rüyasında oğlunu görür, ve Zal, babasına sitem etmektedir. Bunun üzerine Sam, Elbruz Dağı’na doğru yola çıkar. Orada Simurg’u bulup oğlunu teslim alır. Ayrılırken Simurg, Zal’a bir tüyünü verir ve bu tüyün ateşe atıldığında, ihtiyacı olduğunda yardım geleceğini söyler. Rivayetlere göre Zal, Simurg’dan iki kez yardım istemiştir. Zorlukla karşılaştığı anlarda Simurg, olağanüstü güç ve gizli yetenekleriyle ona yardımcı olur. Rustem’in doğumu yaklaşırken Zal’ın eşi Rûdabe büyük sıkıntılarla karşılaşır, bunun üzerine Zal Simurg’u çağırır ve onun yardımıyla Rûdabe’nin karnını yararak Rustem’i dünyaya getirirler. Simurg, yalnızca Zal’a değil, oğlu Rustem’e de yardım etmiştir. Isfendiyar ile savaşında ağır yaralanan Rustem, yine Simurg’dan yardım istemiş ve Simurg, Rustem ile atı Reşe Belek’i iyileştirmiştir.
Sara, İbrahim'in eşi ve İshak'ın annesidir. İbranice'de 'prenses' anlamına gelir. Urfa kökenli olup, İbrahim'in amcasının kızıdır, ancak bazı kaynaklarda Nemrut'un vezirlerinden birinin kızı olduğu da belirtilir. Güzelliğiyle tanınır ve dini kaynaklara göre 127 yıl yaşamıştır. Kürtçe kaynaklarda ismi Sera, Kuran'da Sare, Yahudi kaynaklarında ise Sarai olarak geçer. El-Halil'de vefat ettiği ve cenazesinin El-Halil'deki Makpela Mağarası'na gömüldüğü aktarılır. Tevrat'ta Sara hakkında anlatılanlar, Torah'ın eski belgelerindeki karışıklıklardan kaynaklanan efsanelerle doludur. Dini metinlerde Sara'nın güzelliği övülürken, bir rivayete göre Allah, kendi güzelliğini bin parçaya bölüp 999'unu Sara'ya vermiş ve geriye kalan bir parçasını ise insanlara dağıtmıştır.
Harran'dan Kenan diyarına geldiklerinde, burada yaşamaları için kraldan izin almaları gerektiği bildirilmiş ve Sara, kral ile görüştüğünde, kral onun güzelliğine hayran kalmış ve İbrahim’e, 'Bu senin neyin oluyor?' diye sormuştur. İbrahim, kralın eşini zorla alacağından korktuğu için ona 'kardeşimdir' demiştir. Bazı kaynaklara göre ise Sara, firavun tarafından alınmış ve Tanrı'nın müdahalesiyle geri verilmiştir. Sara’nın kıskançlığı da efsanelerde yer alır. Yaşlı olduğunda İbrahim, Sara'nın yerine cariyesi Hacer’i bağışlamış ve Hacer’den İsmail adlı bir oğul dünyaya gelmiştir. Sara, kendisinin çocuğu olamayacağı için, Hacer ve İsmail'i kıskanmış ve zamanla onlardan uzaklaşmıştır. Farklı kaynaklarda bu durum çeşitli şekillerde anlatılmaktadır. Örneğin, Sara'nın kısır olduğu ve Tanrı tarafından bu kısırlığın giderilerek İshak’ı doğurduğu aktarılmaktadır. Ayrıca İsmail’in, Sara’nın kıskançlığı yüzünden Hacer’den doğduğu ve bu nedenle kurbanlık olarak seçildiği, Sara’nın onları ve annelerini kovduğu ifade edilir.
Sason (Sasun), Batman iline bağlı bir ilçedir ve ismi, Ermeni halk destanı 'Sasuntsi Tavit'te yer alır. Destana göre, Sason’un yüksek bölgelerine Sanasar ve Bagdasar adında iki kardeş gelir ve burada ev yapmaya başlarlar. Bu bölgede bir bilge kişi onlara rastladığında şaşırarak, 'Allah iyiliğinizi versin, sizde ne kadar büyük bir güç var ki bu devasa kayaları getirip onlardan ev yapmışsınız? Bu ne Sa-Sun böyle?' der. 'Sasun' kelimesi, sütun gibi yüksek ya da göğe uzanan bir sütun anlamına gelir. Bu yüzden bilge kişi, 'Sa-sun' (göğe uzanan sütun) adını verir. Bu ev, 'Sasun Kalesi' olarak adlandırılmış ve zamanla Bagdasar ve Sanasar’ın yaşadığı bu yer, 'Sasunluların evi (göğe uzanan ev)' olarak anılmaya başlanmıştır.
Sawuşka, Hurrî tanrıçasıdır. İsmi, farklı kaynaklarda Savuşka, Savuşga, Sauska şeklinde de yazılmaktadır. Bereket, üreme ve aşkla ilişkilendirilen Sawuşka, aynı zamanda savaşçı özellikleriyle de tanınır. Birçok araştırma kaynağında savaş tanrısı olarak anılmaktadır. Hitit panteonunda da kabul edilmiştir ve burada doğurganlık ve aşk tanrıçası olarak yer alır. Yazılıkaya belgelerinde hem tanrı hem de tanrıça arasında yer alması, onun savaşçılıkla ilişkilendirilen özellikleriyle ilgilidir. Genellikle kanatlı bir kadın olarak tasvir edilir. Yazılıkaya'da bulunan kabartmalarda, elinde bir kap ve kutsal hayvanı olan aslanla birlikte tasvir edilmiştir. Bazı yerlerde ise elinde balta tutarak savaşçılığı vurgulanır. Hurrîler, savaşlarda genellikle Sawuşka'nın adını anarlar. Hurrî inançları, çoğunlukla Mitanniler tarafından benimsenmiş olduğundan, bu inancın etkilerini Mitanni'de görmek mümkündür. Örneğin, Mitanni Kralı Sauşatatar (MÖ 1500'ler), Sawuşka'nın ismini, isminin öneki ve sıfatı olarak kullanmıştır.
Sede, Horasan Kürtlerinin kutladığı ve ateşin ilk yaratıldığı günün kutsandığı bayramdır. Aynı zamanda Ateş Bayramı olarak da bilinir ve Horasan'ın güney bölgelerinde kutlanır. Newroz'dan yüz gün önce yapılan bu kutlamada ateşler yakılır, halaylar çekilir, şarkılar söylenir ve şiirler okunur. Ayrıca, Sede Bayramı'na özgü olarak şarap içmek de geleneksel bir etkinliktir. 'Sede' ismi, Gayomart'ın toprağa yüz insan tohumu (sperm) serptiğine inanılmasından dolayı kullanılır. Kürtçede 'Sed' kelimesi, 'yüz' sayısını ifade eder. Sede ismiyle ilgili farklı görüşler de bulunmaktadır. Örneğin, bu isim Newroz'a yüz gün ve yüz gece kala olmasıyla ilişkilendirilir. Kış mevsiminin tam ortasına denk gelen bu gün, soğukların zirveye ulaşan günü olarak kabul edilir. İnanca göre, kötü yaradılışlı Ehrîman, kötülüğün etkisiyle birlikte soğuğu artırarak Ahura Mazda'ya zarar vermeyi amaçlarken, Ahura Mazda ise ateşi kullanarak soğuk ve kötülüğün etkilerini ortadan kaldırmayı hedefler. Bu yüzden, soğuk ve kötülüklerden korunmak amacıyla insanlar ateş yakarlar.
Aynı bölgede, Cejna Sede ve ateşin bulunması efsanesi Hoşeng'e kadar uzanır. Efsaneye göre, Hoşeng bir gün avlanmak için çıktığında, geçtiği yolun kenarında bir yılan görür. Yanındaki kişiler yılanı taşlamış, fakat yılan ölmemiştir. Taşların düştüğü yerden ateş çıkmıştır. Bu efsane, Zerdüştlük ve Mazdaizm'deki düzeltilmiş iyi-kötü anlayışını ve inançsal özelliklerini taşır. Ehriman, ölümü simgeleyen ve ölümle bağlantılı olan yılanı ortaya çıkarırken, Ahura Mazda ise kötülükleri ortadan kaldırmak için ateşi yaratmıştır. Bu nedenle, ateş Ehriman'a engel olması sebebiyle kutsal bir nesne olarak kabul edilir. Hoşeng, ateşi görünce Ahura Mazda'ya övgülerde bulunmuş ve hem ışık hem de ısınma sağladığı için mutlu bir şekilde ateşi yakıp kutlamış, bu güne 'Sede' demişlerdir.
Semiramis, Mezopotamya'nın ortak mitolojilerinden biridir. Genellikle Babil kraliçesi olarak bilinir ve Babil'in asma bahçelerini inşa ettiren kişi olarak tanınır, ancak adı Asur mitolojisinde ve Kürt efsanelerinde de geçer. Kürt efsanelerinde 'Semîra' olarak anılırken, Asur'da ise Şammuramat adı kullanılmaktadır. Ancak bu ismin tarihi gerçekliği kesin değildir. Semiramis ile ilgili anlatılan efsaneler çok farklı zamanlara aittir ve Babil tarihinde Semiramis ismiyle anılan bir kraliçe bulunmamaktadır. Örneğin, bazı efsanelerde İskender'in Babil seferi sırasında Semiramis ile evlendiği anlatılmaktadır. İskender'in Babil'i başkent yaptığı dönem MÖ 331-323 yılları arasındadır, ancak o dönemde Babil zaten Perslerin elindedir ve Pers kralları tarafından kışın kullanılan bir yer olarak bilinir.
Asur mitolojisindeki Semiramis efsanesi ise Yunan kaynaklarına dayanır ve MÖ 810 yılına tarihlenir. Bu efsaneye göre, Asur Kralı Ninos'un ölümünden sonra, eşi Semiramis, oğullarının yerine geçerek yönetimi ele almış ve Babil'i kurmuştur. Doğu'nun büyük bir kısmını fethetmiştir. Asur Kraliçesi Şammuramat (MÖ 810-806), III. Adad Nirari'nin yerine hükümet etmiştir. Semiramis'in Kürt efsanelerindeki Semfra versiyonu da, Asur ve Babil efsanelerine ve Yunanların Mezopotamya ile ilgili oluşturdukları mitlere dayanır. Bu nedenle, Semiramis'in mitolojisi sadece Babil'e ait değil, Mezopotamya'nın ortak mitolojisinin bir parçasıdır. Her halk, bu efsaneyi kendi kültürüne göre şekillendirip efsaneleştirmiştir. Semiramis'in adı 'güvercinden gelen' anlamına gelir ve mitolojisi de bu temaya dayalıdır. Semiramis ile ilgili tüm mitolojik anlatımlar, Scilyalı Diodoros'un eserlerine dayanır. Kısaca anlatılan hikaye şöyle şekillenir:
Suriye'deki Askalon Gölü'nde Derkoto adında, kadın yüzlü ama balina gövdeli bir tanrıça yaşarmış. Afrodit, bu tanrıçaya öfkelenip, genç bir Suriyeli çobana aşık etmiş. Derkoto, çobandan bir kız çocuk doğurmuş, ancak sonrasında, ölümlü biriyle birleştiği için pişman olup çobanı öldürtmüş ve çocuğunu terk ederek gölün derinliklerine çekilmiş. Çocuk, mucizevi bir şekilde güvercinler tarafından beslenip büyütülmüş. Bir süre sonra, çobanlar bu çocuğu bulmuş ve ona, 'güvercinlerden gelen' anlamına gelen Semiramis adını vermişler. Suriye Valisi Omnes, Semiramis'e aşık olup onunla evlenmiş. O sırada Babil Kralı Ninos, Baktriana'ya karşı savaş açmıştır. Semiramis, eşine akıllıca stratejiler sunarken, kendisi de bir birlik komutanı olarak düşman savunmasını çökertmiştir.
Semiramis'in güzelliği ve zekâsı, Babil Kralı Ninos'un dikkatini çekmiş ve onunla evlenmek istemiştir. Bunun karşılığında kızını Omnes'e önermiş, ancak Omnes bunu reddedince Ninos, gözlerini oyma tehdidinde bulunmuş ve Omnes intihar etmiştir. Sonrasında Ninos, Semiramis ile evlenmiş ve öldüğünde tahtı ona kalmıştır. Semiramis, önce kocasına anıt bir mezar yaptırmış, ardından da dünyanın Yedi Harikası arasında yer alan ünlü Babil Asma Bahçeleri'ni inşa etmeye başlamıştır. Birçok inşaât çalışması gerçekleştirdikten sonra fetihlere çıkmış ve ele geçirdiği topraklarda pek çok yapı yaptırmıştır.
Semiramis, Mısır'a giderek Amon Tapınağı'ndaki kâhine ne zaman öleceğini sormuştur. Tanrının sözcüsü, oğlunun ona karşı bir isyan başlatacağını öğrendiğinde, kendisinin de öleceğini söylemiştir. Semiramis, Hindistan seferinden dönerken oğlunun ona suikast düzenleyeceğini öğrenmiş ve tahtı oğlu Ninyas'a bırakmıştır. Semiramis, sonrasında bir güvercine dönüşerek uçmuş ve kaybolmuştur.
Sera, İbranicede 'prenses' anlamına gelen bir kelimedir ve İbrahim'in eşi Sara'nın adıdır. Kürtçede ise köşk, konak ve saray gibi ihtişamlı yerler için kullanılmıştır. İbranice kökenli olan bu kelime, İbrahim'in eşi Sara'nın adını ifade eder. Kürtçede 'Sera', Arapçada 'Sare' ve Yahudi kaynaklarında 'Sarai' olarak yer alır.
Serendib, Âdem'in cennetten kovulup yeryüzüne indiğinde ilk adımını attığına inanılan yerdir. Hint Yarımadası'nda 'Seylan Adası' olarak bilinen bu yer, Sri Lanka sınırlarında yer alır. 'Serendib' adı yalnızca Araplar tarafından kullanılmış olup, Seylan kıyılarına ticaret yapmak amacıyla gelen Araplar tarafından ifade edilmiştir. Yunanlar ise bu bölgeye 'Taprobane' adını vermişlerdir. Seylan halkının büyük bir kısmı Budizm'i benimsemişken, bir kısmı da daha sonra Hristiyanlaşmıştır. Bu bölgede yer alan bir dağda, Budistlerin 'Buda'nın ayak izi' olarak kabul ettikleri ve inandıkları, bir taşın üzerinde bulunan insan ayağı izi daha sonra 'Adam's Peak' olarak adlandırılmış ve Âdem'in yeryüzüne iniş yeri olarak kabul edilmiştir. İslami kaynaklarda ise Âdem'in işlediği hata sonrası gözyaşı döktüğü, gözlerinden akan yaşların çevresindeki alanı yeşillendirdiği ifade edilir. Serendib, Müslümanlar arasında kutsal bir ziyaretgâh olarak kabul edilir. İslam'da, Kâbe, Medine'deki Peygamber Mescidi, Kudüs'teki Mescidi Aksa ve Âdem'in yeryüzüne indiği kabul edilen Serendib Adası, dört önemli ziyaret yerinden biridir.
Serwî, Zerdüşt'ün cennetten getirdiğine inanılan bir ağaçtır ve bu nedenle Zerdüşti tapınaklarının kapısına sıklıkla ekilir. İslamiyette cennet ağacı olarak bilinen tuba ağacının, Zerdüştlüğün bu 'cennet ağacı' mitosundan etkilenmiş olabileceği düşünülmektedir. Zerdüştlükte, serwî ağacının cennetten geldiğine inanılmasının nedeni, ağacın otacılıkta kullanılması, Zerdüşt'ün tıbbi bilgisi ve ağacın bir şifa kaynağı olarak kabul edilmesidir. Serwî, eski çağlardan bu yana birçok fiziksel rahatsızlığın tedavisinde kullanılmaktadır. Bu ağacın yeşilken toplanıp kurutulan kozalakları, tanen ve uçucu yağlar içerir. Aynı zamanda peklik giderici, ateş düşürücü, idrar söktürücü ve kan kesici etkileri halk hekimliğinde bilinmektedir. Gece altına kaçıran çocuklar için uzun zamandır kullanılmaktadır. Kozalak özünden yapılan merhem ve fitiller, basur memelerine dıştan uygulanır. Ayrıca dekoksiyonu ayak kokusunu gidermek için kullanılır. Zerdüşt’ün bir hekim olduğu ve bu ağacın faydalarını bildiği için, serwî ağacını cennet ağacıyla özdeşleştirdiğine inanılmaktadır.
Ancak serwî ağacının faydaları sadece halk hekimliğiyle sınırlı değildir. Yunan coğrafyasındaki birçok rivayet, bu ağacın özelliklerini anlatır. Yunanlar bu ağacı 'cpye' olarak adlandırmış ve Yunan mitolojisinde, 'yas tutma' veya 'sevgilinin kaybı' gibi olayları simgelediği belirtilmiştir. Ayrıca, yandığında çevresine hoş kokular yaydığı için oldukça ilgi gören bir ağaç türüdür. Klasik dönemlerden beri, bu ağaç ve onun ürünleri, yokluğa meydan okur ve sonsuza dek var olduğu düşünülür. Bu sebeple heykel, gemi ve sudolaplarında daha çok bu ağaç kullanılmıştır. Tevrat’a göre, Nuh’un gemisi de serwî veya sedir ağacından yapılmıştır. Ayrıca dünyanın yedi harikasından biri olan Diana (Artemis) Tapınağı'nın kapısı da bu ağaçtan yapılmıştır. Serwî ağacıyla ilgili pek çok mitoloji bulunmaktadır. Bazı mitolojilerde bu ağacın ruhunun konuşabildiği, en derin köklerinin bin yıl yaşadığı ve insan ömrünün uzunluğunu simgelediği, ölümsüzlük ve sonsuzluk sembolü olduğu anlatılır. Eski Ahit'e göre ise Davut’un yaptığı tapınak da serwî ağacından yapılmıştır.
Dêrsim ile Bingöl arasında yer alan bir dağdır ve Tari, Silbûs ve Star yan yana sıralanmışlardır. Tari ve Silbûs hakkında birçok efsane bulunmaktadır. Bir efsaneye göre, Tari ile Silbûs birbirine aşık iki insan iken, bir diğerine göre ise Silbûs ile Tari, erkek ve kız kardeş olup, birbirlerine beddualar ederek birbirlerini lanetlemişlerdir ve sonunda her ikisi de dağa dönüşmüştür. Eskiden bu iki dağ, halk tarafından ziyaret edilirdi. Bölge halkı yaz aylarında bu dağlara çıkar, çadır kurar ve kurbanlar sunarlardı. Bu sebeple Silbûs ve Tari'nin, eski Kürt mitolojisinin yerel tanrı ve tanrıçalarından oldukları düşünülmektedir. Ayrıca Dêrsim'in Mazgirt bölgesinde yedi farklı rüzgar türüne inanılmaktadır ve Silbûs da bu rüzgarlardan biridir. Bu yedi rüzgar türü şunlardır: Bakur, Baykur, Baysayi, Bay Zelal, Bay Silbûsê, Bay Bahrey, Bay Çeqer.
Diyarbakır’a bağlı bir ilçe olan Silvan, Roma İmparatorluğu döneminde Roma’nın orman tanrısının adı olarak biliniyordu. Bu bölge, zaman içinde Silvanus, Silîva ve Silvan şeklinde değişen telaffuzlarla adlandırılmıştır: Silvanus - Silîva - Silvan. Bu şehrin eski adı Meyafarqîn de Roma dönemine dayanmaktadır. Roma döneminde, Perslerle yapılan savaşta birçok önemli kişinin burada hayatını kaybetmesi nedeniyle, kentin adı Mar Marutha tarafından Martryopolis (şehitler şehri) olarak değiştirilmiştir. Martryopolis, şehitler şehri anlamına gelir ve Ermeni kralı Tigran zamanında Martryrokerta olarak anılmıştır. Süryani kaynaklarında bu yer, Mafarkert olarak adlandırılırken, Arap egemenliği döneminde ise Mafarikin olarak telaffuz edilmiştir. Roma mitolojisinde Silvanus, orman tanrısı olarak bilinir ve ailesinin ateşi tanrısı olan Lar’a bağlı olarak, ona sadık bir şekilde tapınmış olarak gösterilmiştir. Zamanla, Yunan doğa tanrısı Pan ile özdeşleştirilmiş ve orman tanrısı olarak kabul edilmiştir.
Doğu Kürdistan bölgesinde bulunan bir dağdır. Bu dağla ilgili pek çok mit ve efsane vardır ve Siyako da bu efsanelerden biridir. Siyako efsanesi, Siyako, $ino ve Kelaşin etrafında şekillenir. Siyako'nun bir tarafı $ino Ovası, diğer tarafı ise Kelaşin Yaylası’na bakar. Siyako, 'siyah dağ' anlamına gelir. 'Siya' Kürtçenin Hewramani lehçesinde siyah veya kara anlamına gelirken, 'Ko' da Kürtçenin üç farklı lehçesinde dağ anlamını taşır. Efsaneye göre, Siyako gençlik yıllarında Sino ve Kelaşin'e aşık olur. Her iki kadın, Siyako'nun kendilerine aşık olduğunu fark ettiklerinde Star'a dua ederler ve 'Ya Star, eğer sesimizi duyuyorsan, bize kulak ver. Biz kutsal ve bereketli yerleriz. Yüreğimizdeki sevda Siyako'yu vurursa, o da anlayacaktır ki bir yürekte iki sevda olmaz. Bizim bu sevda ve yakarışımızı kabul et ve Siyako'nun yüzünü karart' diye beddua ederler. Efsaneye göre, Star onların dileklerini kabul eder ve bu yüzden Siyako'nun yüzü kararır.
Şahname'ye göre, Siyamek, Gayomart’ın oğludur. Bundahişn’e göre ise, Marî ve Marîyane’nin çocuğu olup, devler tarafından öldürülmüş ve Aryenler onun soyundan gelmiştir. Gayomart ve çevresindekileri kıskanan Ehrîman, kendi yarattığı devlerden birini, Gayomart ve Siyamek ile savaşması için göndermiştir. Siyamek, bu devle yaptığı mücadelede hayatını kaybedince, ordusundaki askerler, vahşi hayvanlar, kurtlar ve kuşlar büyük bir üzüntüyle Gayomart’ın önünde saf tutup onun için ağıtlar yakmış ve yas tutmuşlardır. Siyamek'in oğlu ve büyük babasının vezirliğini yapan Hoşeng, kara devden intikam almış ve Gayomart’tan sonra tahta çıkmıştır.
Avesta'da 'siyavarşena' ve 'siyavarşana' olarak geçen bu kelime, kusursuz ve mükemmel güzelliği tanımlar. Bu ismin günümüzdeki Kürtçede de çeşitli karşılıkları vardır. Örneğin, Leki lehçesinde 'siya' veya 'sya' kelimesi 'yücelik' anlamına gelir. Bu 'siya' kelimesi, üstün olma, niteliksel yücelik ve güzellik anlamlarında kullanıldığı gibi, aynı zamanda dinsel ve inançsal bağlamlarda da yer alır. Hewramani lehçesinde söylenen ve geleneksel bir şarkı olan 'Siyaçemana', Avesta'daki 'siyavarşena' ile telaffuz açısından benzerlik gösterse de, aralarındaki ilişki olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir.
Avesta'da 'avcı kuş' ve 'şahin' anlamına gelen Sîmurg, Kürt ve Fars edebiyatlarının ortak mitolojisinde yer alır. Sîmurg kelimesinin 'Sînmorg'un hafifletilmiş hali olduğu ve bu kelimenin 'sî' kısmının Avesta'daki 'Saena', Pehlevi'deki 'Sênmuru' ve Sanskritçe'deki 'Syena' sözcüklerinden türediği ifade edilmektedir. Bu kelimeler, avcı kuş ve şahin anlamına gelir. Sîmurg mitolojisinden anlaşıldığına göre, bu mitolojik kuş, eski zoomorfik inançlardan beri, proto-Kürt topluluklarının yanı sıra bazı Aryen yapılarca da kutsanmış bir varlık olarak kabul edilmiştir. Mitolojik ve efsanevi özelliklerinin yanı sıra metafiziksel nitelikler taşır ve bu özellikleriyle birçok kahramanın kaderinde ve mitolojik olaylarda önemli rol oynamaktadır.
Avesta'ya göre, Sîmurg geniş kanatlarıyla tanınır. Yuvası, tüm bitkilerin tohumlarını barındıran ve çeşitli hastalıklara şifa veren 'deva hemî tovan' adlı bir ağacın üzerine kurulmuştur. Bu bilgiler doğrultusunda, Sîmurg'un yuvası Ferahkert Denizi'nde yer alır. Avesta, Şahname ve Pehlevi rivayetlerinde, Sîmurg doğaüstü özelliklere sahip bir kuş olarak betimlenir. Kanatları renk cümbüşüyle bezenmiş olup, iri yapılı ve son derece güçlüdür, bu nedenle kuşların kralı olarak bilinir. 1700 yıl yaşar, üç yılda bir yumurtlar ve yavruları 25 yıl sonra yumurtadan çıkar. Ahura Mazda, Zerdüşt'e onun tüylerinden birini alıp tenine sürmesini ve üzerinde taşımayı tavsiye etmiştir. Avesta ve onun temel alındığı kaynaklara göre, Sîmurg'un tüylerinden veya kemiklerinden bir parça taşıyan kimse, kimse tarafından zarar görmez. Sıkıntıya düştüklerinde, tüyü ateşe yakıp Sîmurg'u çağırırlarsa, Sîmurg hemen gelir ve onları sıkıntılarından kurtarır. Sîmurg'un konduğu her ağaç da şifa verici bir etki gösterir.
Feridüddin Attar, Sîmurg efsanesini tasavvuf felsefesine uyarlayarak farklı bir anlatıma kavuşturmuştur. Günümüz Kürtçesinde ve Farsçasında 'otuz kuş' anlamına gelen ismiyle tanınan efsaneler, Attar'ın vahdet-i vücut felsefesine uyarlanmış efsanesine dayanır. Attar'ın aktardığı efsane şu şekilde özetlenebilir:
Kuşlar kendilerine bir kral seçmek isterler ve Kaf Dağı'nda yaşayan Sîmurg'u uygun bulurlar. Hep birlikte yola çıkarak onun önünde diz çöküp ona biat etmek isterler. Kaf Dağı çok uzak olduğundan, yolda kuşların yarısı yorgunluktan ölür. Hedeflerine ulaşmak için yedi aşamayı geçmeye çalışırken, bir kuş daha ölür. Sonunda milyonlarca kuştan yalnızca otuz kuş kalır ve bunlar da bitkin halde Kaf Dağı'na ulaşırlar. Ancak orada gördükleri Sîmurg, aslında kendilerinden başka bir şey değildir. 'Otuz kuş', Farsçada 'sî-morg' olarak bilinir. Attar burada, 'Tanrıyı arayan, kendisini bulur' mesajını vermek ister. Tasavvuf edebiyatında, insanın ideallerinin fiziksel bir şekle bürünmesi anlatılır. Göklere yükselme miti, arzusuna ulaşmak, güçlü olmak ve doğa güçlerine hâkim olmak için bir yolculuktur. Bazı aktarılarda ise, bu arayış olgunlaşmış ve ermiş bir yaratık biçiminde betimlenir. Metaforik anlamda, 'insanı kâmil', 'veli' veya 'pîr' gibi kavramların yerini alır.
Feridüddin Attar'da, Sîmurg, kendisini görmek isteyenlerin dışında bir şey değildir. Olgunluk vadisinin yolcuları olan kuşlar, bilge hüdhüd öncülüğünde gerçeklik Kaf Dağı'ndaki hükümdarlıklarına ulaşmak için yedi vadiyi aşarlar. Bu zorlu yolculuk, tasavvufi bir kahramanlık anlatısı olarak, sufilerin karşılaşacağı tehlike ve zorlukları dile getirir. Attar'ın efsanesinde, yedi aşama, Rustem'in 'heft xan'ını andırır. Sîmurg benzeri mitolojik kuşlar, birçok farklı din ve mitolojide de karşımıza çıkar. Anka, Semender, Phoenix, Hüma ve Zümrüdüanka gibi kuşlar, Hristiyan mitolojisinde Phoenix olarak adlandırılır ve bu kuş, Anka ve Sîmurg'un yakın bir yorumunu oluşturur. Onlar, öldükten sonra yeniden dirilmenin simgesi olarak kabul edilir. Bu, Dumuzi, Osiris ve Adonis efsanelerinin kuşsal bir yeniden doğuşudur. Çinliler, bu kuşu dans ve müziğin icatçısı olarak kabul ederler. Eski masallarda ise, insanların onun kanatları üzerinde bir ülkeden başka bir ülkeye uçtuğu tasarlanmıştır.
Zin, z/s ses değişimiyle Sîn adıyla, ilerleyen dönemlerde Akad ve Babil mitolojilerine dahil olur ve zamanla Mezopotamya'nın ortak tanrıçası haline gelir. Birçok kaynak, bu tanrıçanın Sümer kökenli olduğunu belirtse de, Sümer'deki ay tanrısı Sin değil, Nanna’dır ve Nanna, Sümer'de Ninlil'in oğlu olarak bilinir. Gutfler'in Sümer'e gelmeden önce Sîn ismiyle Sümer mitolojisinde karşılaşılmamaktadır. Daha sonrasında, Nanna Sîn'e dönüşür ve dişil değil, eril bir figür olarak tasvir edilir. Sîn/Zin, Neolitik Çağ'ın en eski tanrıça merkezli inançlarından biridir. İnsanlık tarihinin en eski tapınaklarından üç tanesinin ismi bu tanrıçayla ilişkilendirilir: Ezida, Esagila ve Sin. Sin Tapınağı Harran'da yer alır. Bu tanrıça ismi, zamanla Z/S ses değişimiyle Sîn olarak Akadlara, Asimbaber olarak Babil'e (daha sonra bu isim Sîn ile değiştirilmiştir), Naramşit olarak Asurlara ve Hititler ile Aramîler tarafından da benimsenmiştir. Bu tanrıça adı, Kürt destanlarında bir kişilik olarak kullanılır. Örneğin, Memê Alan Destanı'nda ve Ehmedê Xani'nin yazdığı Mem û Zin Destanı'nda, Mem ile birlikte destanın başkahramanı olarak yer alır.
'Sîmurg'un kızı' ve 'Sîn'in kızı' anlamına gelir ve Rûdabe'nin annesi, Rustemê Zal'ın anneannesidir. Firdevsî'nin Şahname adlı eserinde adı geçen kahramanlardan biridir. İsmi, Avesta ve Farsça kelimelerden oluşan bileşik bir sözcüktür. 'Sîn' kelimesi, hem tanrıça Zîn'in (Sîn) adıdır hem de Sîmurg'un Avesta'da geçen 'Saena' adının kısaltmasıdır. 'Duth' ise Farsçadaki 'dohter' kelimesinin kısaltması olup, kız evlat anlamına gelir. Bu nedenle, 'Sîn + duht' ifadesi, 'Sîn'in kızı' ya da 'Sîmurg'un kızı' anlamına gelir.
Yıldızlar tanrıçasıdır ve yıldızların yanı sıra yağmurdan da sorumludur. Mazdaizm'in bu tanrıçası, Zerdüştlükte bir melek olarak kabul edilir. Avesta'da her ayın on üçüncü gününün onun sorumluluğunda olduğu belirtilir. İki ayrı proto-Kürt inancında yer alan bu tanrıça ve meleğin ismi, Büyük Köpek Takımyıldızı'ndaki bir çift yıldıza verilmiştir. Bu ismin, bilim alanında Alvan Clark tarafından kullanıldığı aktarılmaktadır. Sirius, gökyüzünün en parlak ve en yakın yıldızlarından biridir ve Latince 'Canicula' olarak adlandırılır. 1844'te Alman astronom Friedrich W. Bessel, bu yıldızın öz devinimindeki düzensizlikleri gözlemlemiş ve bunları, sönük bir yoldaşın varlığına bağlamıştır (ağırlık merkezi etrafında dönen iki bileşenden oluşan bir çift yıldız). 1862'de Amerikalı Alvan Clark, Sirius'u keşfetmiş ve ilginç bir şekilde, Latince ismi olmasına rağmen, iki ayrı proto-Kürt inancında yer alan ve yıldızla özdeşleşen tanrıça olarak bilinen Sîryûs ismini vermiştir. Clark, bu ikili yoldaşın ana bileşenden 10.000 kat daha parlak olduğunu ve güneşe eşit bir kütleye sahip olup, yarıçapının yalnızca 16.000 km olan bir beyaz cüce olduğunu ifade etmiştir.
Rustemê Zal’ın oğludur ve babasıyla bilmeden savaşarak hayatını kaybeden kişidir. Sorab, Rustem ve Tehmine’nin çocuğudur. Tehmine, Semengan hükümdarının kızıdır. Efsaneye göre Turanlı hükümdar Efrasiyab, bir tuzak kurarak baba ve oğlunu karşı karşıya getirir. Baba ve oğul, birbirlerini tanımadan büyürler. Efrasiyab, bu durumdan faydalanarak Rustem'in, oğlu Sohrab’ın elinden ölmesini sağlamayı planlar ve ardından oğlunu öldürerek ikisinden de kurtulmayı amaçlar. Firdevsî'nin Şahname'sinde uzun bir şekilde anlatılan bu savaşın sonunda, Rustem bilmeden oğlunu yaralar. Oğlunun kim olduğunu anladığında, etkili bir panzehir olan nûşdar'ı getirmesi için Guderz'i Kavûs'a gönderir. İlaç verilmezse, Rustem öfkeyle kendisi gitmek ister, fakat yolda Sorab hayatını kaybeder.
'Gülüp neşelenmeye başlayınca,
Tehmine onun adını Sorab koydu.
On yaşına geldiğinde, çevresinde
Onunla savaşacak kimse yoktu.'
(Firdevs)
Zerdüştlükteki Mehdi figürüyle benzer bir karakterdir. Avesta'da ismi 'Saosyont' olarak geçer. Kelime anlamı 'yardımcı'dır ve Zerdüşt’ün soyundan geldiği kabul edilir. Zerdüştlüğe göre Soşyant, kıyametin başlangıcında dünyaya gelecek ve ölüleri aydınlık, temiz bir ölüm sonrası yaşama hazırlayacaktır. Zerdüştlüğe inanılana göre, on ikinci bin yılın sonunda Ahura Mazda'nın isteğiyle Soşyant dünyaya gelecektir. Otuz yaşında bu inancın sorumlulukları ona verilecek ve onun gelişiyle birlikte Ehriman ortadan kalkacaktır. Medlerin mitolojik kahramanları olan Keyxusrev, Gîv, Guderz, Peşûten ve Viştaspa, kıyamet gününde Soşyant’a dünyayı yeniden şekillendirme görevinde yardımcı olacaklardır. Onlar, tanrısal güç olan 'fer' ile birlikte yalanı ortadan kaldıracak ve sonsuz bir cennet yaşamı başlayacaktır. İnsanlar dirilip günahlarından arınarak, sonu olmayan bir yaşama adım atacaklardır.
Avesta'da üç Soşyant'tan bahsedilir ve her birinin bir diğerinden bin yıl sonra ortaya çıkacağı belirtilir. Üçüncü Soşyant’ın adı Arsvat-Erata’dır. Arsvat-Erata, 'kutsal kanunu ortaya koyan' anlamına gelir. Zamyad Yesht'te onun batıda Kyansih Denizi’nin kıyısında ortaya çıkacağı, dünyadaki yalanı söküp çıkaracağı, dünyayı akıl ve adaletle düzenleyeceği, kötü düşüncenin iyi düşünceye yenileceği anlatılır. Soşyant, kötüleri cezalandırdıktan sonra tüm kötülükleri ortadan kaldırır ve ölülerin dirilmesi için harekete geçer. Tüm ölüler dirilerek Mîtra, Suruş ve Reşn'in huzurunda yargılanacak ve Cînvat köprüsünden geçeceklerdir.
Mazdaizm ve Zerdüştlükte, kutsal ruh anlamına gelir. Bu, Ahura Mazda'nın ruhu veya onun feriyle şekillenen ruh olarak anlaşılabilir. Zerdüşt, sıkça bu ruhun yüceliğinden bahseder ve her şeyin sonunda Sparya Maînyu'ya döneceğini ifade eder.
Mazdaizmde bir tanrıça ve Zerdüştlükte bir melek olarak kabul edilen Spendarman, toprakla özdeşleştirilmiştir ve toprakla ilgili her şeyden sorumludur. Toprak, Kürt mitoloji ve inançlarında evrenin dört kutsal öğesinden biri olarak kabul edilir. Diğer inanç ve mitolojilerde de benzer bir ilksel öneme sahiptir. Yunan mitolojisinde toprak, Gaia'nın kendisidir ve ilk olarak boşluktan (topraktan) çıkar. Daha sonra evreni düzenleyerek göğü ve denizi yaratır; tanrılar onun çocuklarıdır ve tanrıların yarattığı insanlar da onun ürünüdür. Kuzey Amerika yerlilerinde ise insanın yaratımını ilksel bir kaplumbağa yapar, suyun dibinden çamur çıkararak dünyaya getirir. İlk tanrıçalar Kybele ve Demeter de toprak anadırlar.
Spendarmuz, imşaspendlerden biri olup Ahura Mazda'nın sevgisini, sabrını ve alçakgönüllülüğünü simgeler. Aynı zamanda Ahura Mazda'nın kızı olarak bilinir. Mazdaizmdeki tanrıçalardan olan Spendarmuz'un isminin ilk kısmı olan 'Spen', kutsal anlamına gelirken, 'armaiti' ise 'alçakgönüllülük' ve 'fedakarlık' anlamına gelmektedir.
Spendarmuz'un başlıca görevi, yeryüzünü mutlu, temiz ve bereketli hale getirmektir. Tarım ve ziraat işleriyle ilgilenenler, işlerinin başarılı olması için genellikle Spendarmuz'a dua ederler. Aralık ayında, Medler arasında bu tanrıça adıyla anılmaktadır. Yağdırdığı karla yeryüzündeki tüm kirleri temizlediğine inanılır. Aralık ayının on beşinci günü ise Spendarmuz Bayramı olarak kutlanır; bu günde kadınlara hizmet etmek, onların isteklerini yerine getirmek, Spendarmuz’a hizmet etmekle eşdeğer tutulur. Bu bayram, günümüzdeki 'Kadınlar Günü' kutlamalarına benzer şekilde, kadınlarla ilişkilendirilir.
'Yüce sadakat' anlamına gelir. Ahura Mazda'nın imşaspendlerinden biri olup, Spendarmuz'un başka bir adıdır. Spendarmuz'a Spenta Armaiti denmesinin nedeni, onun Ahura Mazda'nın sadık kızı olarak tanımlanmış olmasıdır.
Bazı kaynaklarda Zerdüşt'ün klanı veya kabilesinin ismi olarak geçerken, Avesta'da Ahura Mazda, Zerdüşt'e sürekli olarak 'Spitama Zerdüşt' şeklinde hitap eder.
'Ey tüm varlıkların yaratıcısı! Kim toprağın ekilmesinden memnun olur? O zaman her şeyi bilen Tanrı cevap verir: Ey Spitama Zerdüşt! En çok toprağı, meyve ve ağaçlarını ekenler, Kuru toprağa su bulanlar, Onlar mutlu olur.'
(Avesta'dan)
Asurî bir tablette 'İşbitamum' adıyla Spitama ailesinden bahsedilmektedir. Ayrıca, Spitama'nın Zerdüşt'ün dedesi olduğu yaygın bir görüştür. Bu Asurî tablette, ailenin bir Asurî tüccar ile yaptığı at ticaretinden söz edilmektedir.
Mem û Zin Destanı'nda adı geçen Zin'in yakın dostudur. Destanda, Tajdin ile Newroz'da tanışıp birbirlerine aşık olan ve sonrasında Tajdin ile evlenen kadındır. Bu isim, aynı zamanda Kürtçede 'hanım' ve 'bayan' anlamına gelmektedir. Genel dillerdeki 'bay' ve 'bayan' ifadelerinin Kürtçedeki karşılıkları ise 'stî' ve 'mirza'dır.
Stî ve Ferxik Destanı, kavuşamayan ve trajik bir şekilde sonlanan bir aşkı anlatan bir destandır. Stî ve Ferxik'in babaları, kardeş çocuklarıdır. İki aile, çocuklarının doğmadan önce birbirleriyle evleneceklerini kararlaştırmışlardır; bu, bir tür beşik kertmesi sayılabilir. İlk olarak Stî dünyaya gelir, ardından Ferxik doğar. Ancak, Ferxik doğmadan önce babası hayatını kaybeder. Stî’nin annesi bu beşik kertmesinden haberdardır, fakat kızını babasız bir çocuğa vermek istemez. Bu nedenle, doğar doğmaz, Ferxik'in annesi henüz bilinçli değilken, evdeki hizmetçiye bebeği atın ayakları altına atmasını söyler. Hizmetçi bu talimatı uygular, ancak at bebekle ilgilenip onu ezmez; onu alıp yemliğe bırakır. Ertesi gün, bebeğin hayatta olduğunu gören hizmetçi durumu hanımına bildirir. Bunun üzerine, bebeği hayvan gübresinin sepetine koyup üzerini gübreyle örterek ezmesini ve sonra köy dışına bırakmasını ister. Hizmetçi bu talimatı yerine getirir.
Ertesi gün, köyün çobanı sürülerini otlatırken, köyün dışında ağlayan bir bebek sesi duyar. Sesi takip eder ve hayvan gübresinin içinde ağlayan bir bebek bulur. Bebeği alıp evine götürür. Aynı dönemde, çobanın eşi de bir çocuk dünyaya getirir, ancak bu bebek çirkin ve siyah renklidir. Çobanla eşi, bu çocuğu sahiplenip kimseye söylememeye karar verir. Stî’nin babası Süleyman, Ferxik’in annesinin durumunu öğrenmek için gider. Kadın, baygınlık geçirdiğini ve uyandığında bebeğin kaybolduğunu söyler. Süleyman çok öfkelenir ve köylüleri bir araya toplar. Bebeği kimin aldığını söylemelerini ister. Köylüler, Süleyman'dan korkarak bebeği bulmak için birkaç gün süre isterler. Süleyman onlara on gün verir. Köylüler, kaybolan bebeği aramaya başlarlar ve sonunda çobanın eşiyle ilgili bir ipucu bulurlar. Çoban, başlangıçta gerçeği itiraf etmez, ancak köylüler durumu anlamasıyla, bebeği Süleyman'a teslim eder. Bir yıl sonra, Ferxik’in annesi de ölür ve Ferxik, yalnız kalır. Süleyman, Ferxik’i evine alır ve eşine onu diğer çocukla birlikte büyütmesini söyler.
Süleyman'ın üç kızı vardır: Naz, Nazdar ve Stî. Naz en büyük, Nazdar ortanca, Stî ise en küçük kızıdır ve Ferxik ile yaşıttır. On dört yaşlarına geldiklerinde birbirlerine aşık olurlar. Çîn ve Çîngan isimli iki çoban kardeşi vardır. Çîn, Stî’ye aşık olur ve abisi Çîngan’ı Stî’yi istemeye gönderir. Ferxik bu durumu öğrenince çatışmalar başlar. Çîngan, bu çatışmada hayatını kaybeder ve Ferxik kaçıp Şengal’e sığınır. Orada, dayısının evine yerleşir ve dayısı ona sahip çıkar. Bir gün dayısı, Ferxik'in içini kemiren duyguları fark eder ve durumu sorar. Ferxik, Stî ile olan ilişkisini ve bu yüzden Çîngan ile kavga ettiklerini, Çîngan’ın ölümüne sebep olduğunu anlatır. Dayısı, durumu öğrenince Stî'yi istemek için gider. Sorun çözülür ve düğün yapılır, ardından Stî, Şengal’e getirilir. Fakat, Ferxik, kıskançlık duygularına yenik düşer ve Stî'nin kalbini kırar. Stî’ye, 'Çîn’i hiç öpüp öpmediğini' sorar. Stî, bu soruya çok üzülür ve 'Bu kadar acı, bu kadar aşk ve yaşananlardan sonra benden böyle bir şey nasıl beklersiniz?' diyerek baba evine döner. Ferxik, yaptığından pişman olur ve Stî’yi geri getirmek için peşinden gider, ancak yolunu kaybeder. Stî’nin köyüne ulaştığında, köylülerin mezarlıkta toplandığını görür ve kimin öldüğünü sorar. Köylüler, Stî'nin öldüğünü söyler. Ferxik, bu haberi alınca oracıkta hayatını kaybeder. Stî’nin mezarının yanına gömülür.