Medlerin egemenliğinde yer alan bir bölgedir. İsmi, Med-Turan savaşlarında yer alsa da en çok Rustemê Zal efsanelerinde karşımıza çıkar. Bu efsanelerin büyük bir kısmı burada geçer ve Rustemê Zal de bir süre burada yaşamıştır. Medlerin mitolojik kahramanlarının çoğu, bir şekilde bu bölgeye uğramıştır. Uzava, Zabulistan'a yönetici olarak atanır. Kürt mitolojisi incelendiğinde, Rustemê Zal ile birlikte toplamda on üç kahramanın Zabulistan'a yolunun düştüğü görülmektedir. Buranın günümüzde tam olarak neresi olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, genellikle Afganistan yakınlarında bulunan ve 1383'te Timur tarafından tahrip edilen Zabol şehri olarak ifade edilmektedir. Bölgenin Turan'a yakın olması ve efsanelerde Turanlarla savaşın geçtiği bir alan olarak yer alması nedeniyle, buranın Zabol olma olasılığı daha düşük görünmektedir.
Kürt mitolojisinde en çok adı geçen dağlardan biridir. Kawa efsanesine ilham vermiş olmasının yanı sıra, pek çok tanrı ve tanrıçanın yaşadığı yer olarak da betimlenir. Aynı zamanda proto-Kürtler ve insanlık tarihi için önemli bir yer olan Zagros, Şanidar Mağarası'na ev sahipliği yapmaktadır. Van ve Hakkâri'den başlayıp, İran Körfezi'ne ve Hürmüz Boğazı'na kadar uzanan bu sıradağların uzunluğunun 500 km civarında olduğu belirtilmektedir.
'Zag + ros' kelimesinin 'zag' kökü, Hurrice ve Urartuca dillerinde doğmak, dünyaya gelmek anlamına gelir. Bu kelime 'za' biçiminde günümüz Kürtçesine geçmiştir. 'Ros' ise güneş anlamına gelir ve günümüz Kürtçesinde Zazaki ve Hewramanf lehçelerinde 'roz', Kurmanci ve Sorani lehçelerinde 'roj' olarak kullanılır. Bu bağlamda 'Zag-ros', 'güneşin doğduğu yer' veya 'güneşin yaratıldığı yer' anlamına gelir.
Zagros, 5098 metreye kadar yükselir ve Ortadoğu'nun en yüksek sıradağları olarak bilinir. Bu nedenle, güneşin ilk kez bu dağların ardında doğması, dağa bu ismin verilmesinin sebebi olarak düşünülmektedir.
Rustem'in babası ve Sam'in oğludur. Med halkının mitolojik kahramanlarındandır. Doğduğunda saçlarının beyaz olması nedeniyle, Med dilinde 'yaşlı' anlamına gelen 'Zal' ismi verilmiştir. Bazı kaynaklarda Zal’ın isminin Farsçaya uyarlanarak anlamının Farsça olarak gösterilmesi söz konusu olsa da bu doğru değildir, çünkü Farsçada 'yaşlı' kelimesi 'saxurde' olarak geçerken, Kürtçede 'kal' anlamına gelir. Zal, aynı zamanda Medler döneminin kahramanlarındandır ve oğlu Rustem de Medlerin kralı Keyxusrev'in döneminde yaşamıştır. Firdevsî'ye göre Sam, oğlunun beyaz saçlı olduğunu görünce, bu durum yüzünden alay edileceğinden endişelenir ve çocuğun uzaklardaki Elbruz Dağı'na bırakılmasını ister. Çocuk oraya bırakılır. Sîmurg, bu çocuğu dağda bir kayalığın üzerinde aç, susuz ve ağlar bir halde bulur. Yavrularına yiyecek yapmak için yuvasına götürse de ilahi bir ses ona, çocuğu korumasını ve besleyip büyütmesini söyler.
Sîmurg'un büyütüp koruduğu Zal, gençlik çağında yiğitliği ve gücüyle tanınır. Bir gece babası rüyasında oğlunu görür, oğul ise babasına sitem etmektedir. Bunun üzerine Sam yola çıkar ve Elbruz Dağı’na gider, orada Sîmurg’u bulur ve oğlunu geri alır. Sîmurg, ayrılmadan önce ona tüylerinden birkaç tane verir ve bu tüyleri ateşe atarsa ya da birazını yakarsa, kendisinin yardıma geleceğini söyler. Sam, babasının yönetimindeki toprakları devralır ve Kabil kralının kızı Rûdabe ile evlenir. Rustem dışında Şexad ve Zevare adında iki oğlu olur. Rustem, Şexad tarafından hileyle bir kuyuya düşürülüp öldürüldükten sonra, Zal, Îsfendiyar’ın oğlu Behmen’in eline esir düşer. Zal sonunda özgürlüğüne kavuşsa da zorluklar ve talihsizlikler içinde hayatını kaybeder.
Dersim'in Pulumur ilçesinde bulunan bir dağdır. Bu dağa aynı zamanda 'Koye Jele' adı da verilmektedir. Efsaneye göre, Zele veya Jele, Kureys'in evliya kızıdır (pir ocağına aittir). Pir Kureys'in üç oğlu ve üç kızı vardır. Erkek çocuklardan Düzgün Baba, kızlardan ise Zelê (Jele), Boyere ve Xoskara, olgunluk seviyesine ulaşarak her biri bir dağa dönüşmüştür.
Zembilfiroş, geçmişini zembil satarak kazanan bir fakirdir ve Mîrin konağının bulunduğu mahallede yaşamaktadır. Bir gün konağın önünden geçerken, Mîrin’in eşi pencerenin arkasından onu görür ve yakışıklılığına hayran kalır. Zembilfiroş’un peşinden yol gözler. Bir gün cesaretini toplar ve Zembilfiroş pencerenin önünden geçerken iki cariyesi onu konağa çağırır. Zembilfiroş, zembil almak için çağrıldığını düşünerek içeri girer, ancak Xatûn’u görünce, amacın zembil almak olmadığını fark eder. Zembilfiroş evlidir ve iki çocuğu vardır. Xatûn’a durumunu açıklar, gönül işlerine zaman ayırmasının mümkün olmadığını söyler, ancak Xatûn onu dinlemez. Zembilfiroş, Mîr’in öğrenmesi durumunda öldürüleceğini bildiğinden, Xatûn’un kendisini bırakması için ısrar eder, fakat Xatûn onu dinlemez. Zembilfiroş Destanı, şarkı tarzında söylenen bir eserdir ve önemli kısmı Zembilfiroş ile Xatûn’un birbirini ikna etmek için yaptığı karşılıklı diyaloglar, sevda sözleri ve atışmalarla doludur. Sonunda Zembilfiroş, Xatûn’un ısrarlarına dayanamaz ve birlikte olurlar. Xatûn, Zembilfiroş’u iki gün boyunca konağa hapseder. İkinci gün, Xatûn uyurken Zembilfiroş gizlice pencerenin önünden çıkar ve kaçar.
Zembilfiroş’un eşi, nerede olduğunu ve neden gelmediğini sorar. Zembilfiroş, başından geçenleri anlatır. Xatûn’un kaçtığını anlayan eşi, aynı pencerenin önünden çıkarak Zembilfiroş’un evine doğru yol alır. Eve gizlice girer ve Zembilfiroş’un yatağında saklanır. Zembilfiroş’un eşi onu fark eder, ancak Xatûn buna aldırmaz. Mîr, o gece eve döner ve Xatûn’un evde olmadığını görünce cariyelere sorar. Cariyeler, Xatûn’un durumunu Mîr’e anlatır. Sabah Xatûn, elbiselerini giyip konağa döner. Mîr ona, nereden geldiğini sorar. Xatûn, kent merkezinden geldiğini söyler ve Mîr, ne işinin olduğunu sorar. Xatûn düğüne gittiğini söyler. Mîr, hiçbir şey demeden birkaç adamını Zembilfiroş’u getirmeye gönderir. Zembilfiroş, Mîr’in adamları tarafından zindana atılır. Mîr, ardından Xatûn’u da zindana hapseder. İki gün sonra onları görmeye gider ve Zembilfiroş’un soğuktan titrediğini görür. Zembilfiroş’u çıkarır ve birkaç yerinden bıçaklar. Mîrin adamları, olanları görüp rahatsız olurlar. Xatûn, Mîr’in elindeki bıçağa elini atar, onu alır ve Mîr’i bıçaklar. Mîrin adamları hiçbir şey fark etmeden olaydan uzaklaşırlar. Xatûn, Mîr’i öldürür, Zembilfiroş’un yaralarını temizler ve onu evine götürür. Zembilfiroş, Xatûn ve Zembilfiroş’un eşi ile çocukları, Mîr’in altınlarını alarak başka bir kente giderler ve kurtulurlar.
Zend, Avesta'nın Sasaniler dönemi sırasında Farsçaya çevrilen ve tahrif edilmiş yorumlarından oluşan bölümlerdir. Avesta'nın bazı kısımları Makedonyalı İskender tarafından, bazı bölümleri ise İslamiyet'in yayılma sürecinde Halife Ömer'in askeri komutanı Halid bin Velid tarafından yakılmıştır. Geriye kalan kısımlar ise Abbâsî Halifesi Memûn'un desteğiyle Feruxzad'ın oğlu Azerfernbâğ tarafından 8. yüzyılda yeniden yazılmıştır. Avesta'nın çoğaltılması ve yeniden yazılması süreci birkaç kez gerçekleştirilmiştir. İskender'in yakmalarından kurtarılan parçalar MS 51-78 yılları arasında toplanarak, din adamlarının ezbere bildikleri konularla birleştirilmiş ve yeniden çoğaltılarak dağıtılmıştır. Ayrıca, Ardeşir Papakan da MS 226-240 yılları arasında Avesta nüshaları üzerinde bazı düzeltmeler yaptırmış ve 'İsnad-Westa' adıyla yeniden çoğaltılmasını sağlamıştır.
Ancak, 8. yüzyılda yapılan düzeltmelerle 'Zend' adı verilen bölümlerle tahrifat yapılmış ve Medler'e ait pek çok konu Farsçalaştırılmıştır. Fars kültürüne ve geleneklerine uyarlanmış, Zerdüşt inancı ise aşırı ritüellere indirgenmiş ve felsefi derinliği kaybolmuştur. 'Zend' ifadesi, Avesta'nın kendisinden değil, Sasaniler dönemi yorumlarından bahseder. Zend isminin burada yanlış kullanıldığı söylenebilir. Zend kelimesi, Avesta'da 'zenda' kelimesinden türetilmiştir ve 'yanlış yorumlayan' anlamına gelir. Dînkerd de bu tahrifata uğramış Avesta metinlerinden biridir ve pek çok Zerdüştî tarafından kabul edilmemektedir. 'Dînkerd' ve 'Zend' terimlerinin yer aldığı Avesta'ya 'Zend-Avesta' denir, ki bu da 'yanlış Avesta' veya 'yanlış yorumlanan Avesta' anlamına gelir. Sasaniler döneminde tahrifata uğramış Avesta bölümlerine ise 'Zendî Dînkerd' ve 'Xorde Avesta' denir. Bu bölümlerden biri olan Dînkerd, dokuz cilt halinde yazılmıştır. Dînkerd'de kahramanlaştırılmış kişilikler, öğütler, Zerdüşt’ün hayatı, kahramanlar ve kralların hayat hikâyeleri gibi konulara yer verilmiştir.
Zin, Proto-Kürt tanrıçası olarak bilinir ve ay ile özdeşleştirilir. Zamanla Sin, Suen, Nanna, Asimbabbar ve Namrașit isimleriyle tüm Mezopotamya'ya yayılmıştır. Bazı toplumlar onu bir tanrıça, bazıları ise bir tanrı olarak kabul edip inanç sistemlerine dâhil etmiştir.
Sin isminin Sümer'de kullanılmasından dolayı, birçok kaynak bu tanrıçanın Sümer kökenli olduğunu belirtse de, bu yanlıştır. Sümer mitolojisi ve tarihi incelendiğinde, ay tanrısının Nanna ya da Nannar olarak adlandırıldığı ve eril bir figür olarak tanımlandığı görülür. Sin, Sümer'e çok sonraları girmiştir. Özetle, Sümer mitolojisinde ay tanrısı Sin değil, Nanna’dır. Nîngal, Nanna'nın eşidir ve Utu ile Inanna da onun çocuklarıdır. Gutfler'in Sümer'e gelişine kadar Sin ismi, Sümer mitolojisinde hiçbir şekilde kullanılmamıştır. Zîn ya da Mezopotamya'da daha yaygın olarak bilinen ismiyle Sîn, merkezi bir tanrıça inancı olup, Sümer’den daha eskidir. İnsanlık tarihinde bilinen en eski üç tapınak ismi arasında Esagila, Ezîda ve Sin tapınakları bulunur. Sîn tapınağının merkezi yerleşkesi Harran'dır. Bu üç tapınak da Neolitik Çağ’ın ana tanrıça merkezlerindendir. Harran'daki Zin/Sin Tapınağı ile ilgili birçok kaynak bulunmaktadır ve tapınak MÖ 556’ya kadar faaliyetteydi. Bu tapınak, binlerce çalışanın görev yaptığı ve kentin bu tapınak etrafında şekillendiği aktarılmaktadır.
Z/S sesinin dönüşümünün hangi tarihlerde gerçekleştiği ve bu dönüşümün ilk kez hangi halk tarafından yapıldığı bilinmemekle birlikte, Mezopotamya'nın Aryen halklarında Zîn olarak telaffuz edilen ismin, özellikle Semitik halklarda 'Z' sesinin 'S' sesine dönüşmesiyle farklı telaffuz edilmiştir. Bu dönüşümün önce Suen (Akad dilinde) biçiminde yazıya aktarıldığı ve daha sonra Sin olarak kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Samsat bölgesinde (Adıyaman) yapılan arkeolojik kazılarda, tanrıça Zin'in resmi olan silindir mühürler bulunmuştur. Bu mühürlerde tanrıçanın bir elinde hilal, diğer elinde ise omega simgesi (su) bulunmaktadır. Omega simgesinin, kadının rahmini ve doğurganlığını temsil ettiği yorumlanmıştır. Günümüzde Arapça'da, kadınların aybaşı adet dönemleri ve ergenlik için kullanılan pek çok kavram Zîn/Sîn isminden türetilmiştir. Örneğin, 'sinn-i buluğ' (ergenlik yaşı), 'sinn-i yes' (kadınlarda menopoz dönemi), 'sinn-i temyiz' (olgunluk yaşı), 'sinn-i yesten' ise 'kadınlarda görülebilecek kanamalar' (aybaşı kanaması dışında) anlamında kullanılmaktadır
Kadın rahmiyle ilgili tüm bu adlandırmalar, Sin/Zîn isminden türemiştir ve omega simgesinin kadının rahmini temsil etmesi fikrini doğrulamaktadır. Kürt halkında hilal, nazardan koruyan bir amulet olarak kullanılır ve çoğu nazarlık, tanrıça Zîn'in sembolü olan ay şeklinde yapılır. Yine Kürtler arasında havale geçiren kişilere 'bi heyvê ketiye' (aya tutulmuş) denir ve havaleli kişinin alnına bir ay resmi çizilerek, gece bu haliyle aynanın karşısına çıkıldığında iyileşeceğine inanılırdı. Kürt kültüründe ve folklorunda bu tanrıçaya dair pek çok ritüel, seremoniler ve inançlar mevcuttur. Örneğin, güneş erkek, ay ise kadın olarak tasvir edilir ve inanca göre gökyüzünde birbirlerine kavuşmak için dönerler, ancak sadece gökkuşağının çıktığında birbirlerine kavuşabilirler. Bu nedenle, gökkuşağını görmek ve altından geçmek, kişinin her türlü dileğinin gerçekleşeceğine inanılır.
Kürt destanlarında, yer adları olarak geçen Zin isimleri de bu tanrıça isminden türetilmiştir. Örneğin, Memê Alan Destanı'nda iki ayrı Zin yer alırken, Ahmedê Xanî'nin yazdığı Mem û Zin Destanı'nda da kahramanlardan biri Zîn'dir. Aynı şekilde, Güney Kürdistan'da bulunan Zinê Wertê bölgesi de bu tanrıçanın ismini taşımaktadır. Bu tanrıçanın ayla sembolize edilmesi, ayla ilgili pek çok inancın gelişmesine yol açmıştır. Örneğin, ay ışığının tılsımlı bir gücü olduğuna inanılır; kötü ruhların girmesi beklenen bir yere, ay ışığında bekletilmiş bir taş ya da tencere konur, bir gece sonra oradaki kötü ruhları içine çektiğine inanılır. Ay ışığının tılsımlı etkisi nedeniyle bazı halk ilaçları ay ışığında ayazlatılır. Bu şekilde tılsımın ilaca geçeceğine inanılır. Ayrıca, kabakulak ve 'aylık' (ağız iltihabı) hastalıklarının aydan kaynaklandığı ve aya bakarak geçeceğine inanılır. Ayı ilk gören kişinin değerli bir madene ya da güzel bir yüze bakarsa işinin rast gideceğine inanılır. Ayrıca, ay ışığında bekletilen suyun hastalar tarafından içildiğinde iyileşmelerine, iyileşmeyecek durumda olanların ise son günlerini rahat geçireceğine inanılır. Eğer savaşta ay tutulursa, savaşın kızışacağına işaret sayılır. Ayın yakınında yıldız varsa yangın çıkacağına, dolunay zamanı yalan söyleyenin başına felaket geleceğine inanılır.
Zipalanda, Hurrî mitolojisinde yer alan bir mitolojik şehirdir. Mitolojiye göre, fırtına tanrısı Tesup'un kutsal merkezi olarak kabul edilen Zipalanda, bir tanrı şehridir. Birçok halk mitolojisinde, baş tanrıların yaşadığı mitolojik kentler ve dağlar bulunur. Bu yerler hem kutsal kabul edilir hem de tanrılar meclisinin, yani panteonunun bulunduğu yerlerdir. Zipalanda mitosu, aynı zamanda Hitit mitolojisinde de yer almaktadır.
Zor, Zerdüşt inancında ayinler ve dini törenlerde kullanılan kutsal sudur. Avesta'dan türeyen pek çok ilahide 'zor' ve 'hûm', övgü ve ibadet araçları olarak yer alır. Bu suyun iki farklı türü vardır: biri 'adırzor', diğeri ise 'abzor'dur. Adırzor, koyunun kuyruk yağından elde edilir ve özel törenlerde, örneğin Gahenbar gibi mevsimlik bayramlarda ya da ölümün dördüncü günü sabahı düzenlenen törenlerde ateşe verilir. Zerdüşt inancına göre, ölen kişinin ruhu ölümünün dördüncü günü Behram’ın evinde bulunur, yani Merih (Mars) gezegenine ulaşır. Abzor ise süt ve hûm şirası ile dua edilmiş su ve buz bitkilerinin karışımından elde edilir. Bu su, genellikle tapınaklarda kazılan kuyulardan temin edilen ve her türlü kirden arındırılmış temiz sudur.