Ullîkummî Destanı, Hurrîlerin mitolojik destanlarından biridir ve tanrıların göksel egemenlik için verdiği savaşı konu alır. Hurrîler arasında şarkılaştırılmış ve 'Beyta Hurrî' olarak bilinen bu destanda, tanrı Kumarbi'nin yarattığı taş-tanrı Ullîkummî, göğü delerek gökteki saltanatını ele geçirmeyi planlar. Bu destanda birçok tanrı ve tanrıça yer almakla birlikte, savaşın iki ana figürü Kumarbi ve fırtına tanrısı Tesup'tur. Destan, fırtına tanrısı Tesup’un Kumarbi'den aldığı tahtı geri kazanma çabalarını anlatır. Bu destanın tabletleri, Cemşid Bender ve Ethem Xemgîn tarafından aktarılmış ve onların aktarımları esas alınarak derlenmiştir.
Destan, Kumarbi'nin Ullîkummî'yi yaratma hazırlığıyla başlar:
'Kumarbi derin düşüncelere dalmıştı. Zihninde kötü bir yaratık yaratmak, felaket ve uğursuzluk getirmek düşünceleri arasında gidip geliyordu. Fırtına tanrısının çürümesini planlıyordu ve bunu gerçekleştirmek için sağlam bir strateji geliştirmeye çalışıyordu. Bu düşünceler, Kumarbi'nin kafasında ardı ardına dizilen inciler gibi sıralanıyordu. Yaratacağı bu varlık, fırtına tanrısının rakibi olacaktı. Kumarbi, en sonunda kararına vardı ve yola çıkmaya karar verdi. Urkis şehrini terk ederek büyük bir taşın olduğu yere ulaştı. Bu taş üç mil uzunluğunda ve yarım mil genişliğindeydi. Kumarbi bu taşla yattı ve ona tohumlarını defalarca akıttı. Gece boyunca taş, bir kaya doğurdu. Bu kaya, Kumarbi'nin oğlu olacaktı. Tanrıça Gulşes ve Mah, Kumarbi'nin isteği üzerine onu doğurdu.'
Sonrasında, Kumarbi oğluna bir isim vermek üzere düşünüp taşındı ve ona 'Ullîkummî' adını verdi. 'Yüksek göğü ve krallığı ele geçir, Kummiya şehrini yık, fırtına tanrısını yen ve her şeyin altına al!' diyerek, oğlunun büyümesi için gerekli önlemleri almaya çalıştı. Kumarbi, oğlunun büyümesini sağlamak için karanlık bir dünyada görebilecek kimse olmamalıdır diyerek, tanrı Împalurî'yi çağırdı. Împalurî, çocuğu alıp yerin derinliklerine götürmek üzere görevlendirildi. Destan devamında, Ullîkummî'nin büyümesi ve gücünün artması anlatılmaktadır. Bir kule gibi yükselerek, göğe dayanır. Güneş tanrısı, onun bu gücünü fark edip şaşkınlıkla, 'Bu güçlü varlık kimdir?' diye sorar. Güneşin, fırtına tanrısı ve Taşmîşu'yu bilgilendirmesi üzerine, destanın ana karakterleri büyük bir savaşa hazırlanır. Ancak, her şeyin sona ermesi için Ullîkummî'nin amacının sadece fırtına tanrısını yenmek değil, tüm insanları yok etmek olduğuna karar verilir.
Tanrılar, Ullîkummî'nin insana yönelik yok edici planlarına karşı çıkarken, tanrı Eya, Kumarbi'ye karşı harekete geçer. İnsanlara zarar verilmemesi gerektiğini savunur. Ancak, Ullîkummî'nin büyümesi devam eder, Kummiya şehri kapılarına ulaşır ve tanrı Hepat'ı şehirden uzaklaştırır. Destan, tanrıların savaşını ve Ullîkummî'nin tanrılara karşı verdiği mücadeleyi betimlerken, bir yandan da tanrıların birbirlerine karşı olan mücadelesinin yıkıcı sonuçlarını gözler önüne serer. Ancak, bu büyük savaşın sonucu ve Ullîkummî'nin kaderi kaybolmuş, yazının geri kalan kısmı eksik kalmıştır.
Urmiye, Zerdüşt'ün doğum yeri olarak bilinir ve Urartu ile Medler için önemli bir merkezdir. Bu bölge, Mazdaizm ve Zerdüştlüğün önde gelen tapınaklarına ev sahipliği yapmaktadır. Aynı zamanda Mani'nin dinini yaymak amacıyla uzun süre bulunduğu yer olup, Mani'nin Gundeşapur köyünde öldüğü yer olarak da bilinir. 'Ur' kelimesi, Sümerce’de tepelik veya dağlık yer anlamına gelirken; 'Miya', 'moi', 'mayi' gibi kelimeler, Mezopotamya dillerinde su anlamına gelen 'ma', 'mo' ve 'miya' sözcüklerinden türetilmiştir. Süryani kaynaklarında Urmiye, Ermenicede Ormi, Arapçada Urmiye ve Farsçada Urumiye olarak geçerken, Medler döneminde ise buranın adı Çiçest'tir. Avesta'da ise 'Çeçast' olarak geçer ve 'aydınlık' veya 'şeffaf' anlamlarını taşır.
Uruwana, Mitanni tanrıçalarından biridir ve bazı kaynaklarda tanrı olarak da anılmaktadır. Mitra ve Varuna'nın birleşimi olarak kabul edilir ve bu iki tanrıçanın özelliklerinin bir sentezini temsil eder. Hem çok yönlü niteliklere sahip olup, Mîtra'nın askeri özellikleri, krallıkları koruma, esirgeme, zehirlere karşı bağışıklık sağlama gibi özellikleri, ayrıca güneş gibi parlaklık ve aydınlık özellikleri bulunurken, Varuna'nın tüm nitelikleri de Uruwana'ya atfedilmiştir. Bu yönüyle, tek tanrılı dinlerdeki tanrı tasavvuru gibi, çoklu tanrı ve tanrıçaların tüm özellikleri, nitelikleri, sıfatları bir arada tek bir varlıkta toplanmış gibidir (örneğin İslam’daki tanrının doksan dokuz sıfatı gibi). Uruwana da benzer şekilde pek çok niteliği kendi içinde toplamış ve bu yönüyle öne çıkmıştır. Bu durum, Zerdüştlük ve Mazdaizmdeki Aşa için de geçerlidir; otuz üç tanrı ve tanrıça onu dünyaya getirir ve bu tanrı ve tanrıçaların özelliklerinin birleşimini kendi kişiliğinde temsil eder.
Urvan, canlı ruh anlamına gelir. Zerdüştlükte iki farklı ruh türünden söz edilir. Biri ölü ruhu ifade eden 'baodhah', diğeri ise canlı ruh anlamındaki 'urvan'dır. Bu terimler, fiziksel ölüm veya dirilişten çok, metaforik anlam taşır ve kişinin duygu ile düşüncelerinin yönünü belirten tanımlamalardır. 'Baodhah', Ehriman’ın kötülük, öfke, kindarlık ve kısacası yıkıcılığı simgeler. Yüksek enerji taşıyan ve 'urvan' niteliği gösteren duygular ise yapıcı duygulardır. Buna karşılık, yıkıcı duygular enerji açısından düşük olup, kişinin enerjisini tüketir, onu bitirir ve 'baodhah'a yönlendirir. Yapıcı duygu ve düşüncelerin ise kişinin enerji seviyesini artırdığı ve onu 'urvan'la uyumlu hale getirdiği düşünülür.
Urvatatnara, Zerdüşt'ün üç oğlundan biridir. Aynı zamanda tarım işleriyle bağlantılı olup, bu alandaki yeteneği ve çalışkanlığıyla tanınır. Bazı kaynaklarda Zerdüşt'ün Vastra adında bir oğlu ve Pourucista adında bir kızı olduğu belirtilirken, diğer kaynaklarda ise üç oğlundan bahsedilmektedir.