Daha Fazla

Kürt Mitolojileri


Î


İbrahim

İbrahim peygamberin yaşamına dair anlatılar, Kürt, Yahudi ve Arap halklarının ortak mitolojisinin bir parçasıdır. Ortadoğu halklarının tamamı tarafından peygamber olarak kabul edilir. Doğum yeri Urfa olan İbrahim, Kürt kökenli olarak görülür. Tevrat’ta İbrahim’in doğum yeri 'Ur Kasdim' olarak belirtilir. Bu yerin, eski adıyla Ur veya bugünkü Urfa olduğu kabul edilir. Tevrat'ta İbrahim, 'Abraham' adıyla anılırken, babası Târah olarak belirtilir. Ancak Kuran'da babasının ismi 'Azer' olarak geçer. Babilli Nemrut mitolojisinde, Nemrut’un kâhinlerinden aldığı bir kehanete göre o yıl doğacak bir erkek çocuğun kendi inanç sistemlerini değiştireceği ve krallığını tehdit edeceği söylenir. Bu kehanet üzerine Nemrut, o yıl doğan tüm erkek çocukların öldürülmesi talimatını verir. Bu sırada İbrahim, annesi tarafından bir mağaraya saklanır. Bazı kaynaklar, babasının put yapıcısı olduğunu ve İbrahim’in genç yaşına kadar bu putların satışına yardımcı olduğunu söyler. Dini metinlerde İbrahim’in, Nemrut’a karşı mücadele ettiği ve bu yüzden ateşe atılmak istendiği anlatılır. Ancak onu ateşe götürmek isteyen kimse bulunamayınca, mancınıkla fırlatılması emredilir. Rivayete göre İbrahim ateşe atıldığında alevler suya, odunlar ise balıklara dönüşür.

İbrahim hakkında bir diğer önemli anlatı, onun Urfa’dan Kenan diyarına göç etmesidir. Bu bölgede Tîr, Ugarit, Sidon ve Byblos gibi önemli şehirlerde tek tanrılı dinlerin temelini oluşturacak olan El, Eloah veya Elohim’e tapıldığı belirtilir. El ve Eloah, aynı tanrının farklı isimleridir. Arapça 'Allah' kavramının Eloah ismine dayandığı ifade edilir. İbrahim’in El tanrısını benimsemesiyle birlikte tek tanrılı dinler geleneği başlar. İnsan kurban etme uygulamasının sona ermesi de İbrahim’in hikâyesinde yer alır. Sara’dan çocuğu olmayan İbrahim, Sara’nın isteğiyle Hacer isimli cariyesiyle evlenir. Hacer hamile kalınca Sara, Hacer’e kötü davranmaya başlar. Üzülen Hacer, bir çeşme başında bir melek tarafından müjdelenir; doğacak çocuğunun erkek olacağı söylenir. Bir erkek çocuğu olan İbrahim, İsmail’i tanrıya kurban etmeye karar verir. Ancak, İsmail’i kurban edeceği sırada bir melek ona görünür ve bu eylemi durdurur. Melek, İsmail yerine bir koç kurban edilmesini söyler. Böylece insan kurban etme geleneği sona erer ve hayvan kurban etme uygulaması başlar.


Îda Dahiyê

Êzidilik inancında, ölülerin anısına düzenlenen özel bir bayramdır. Bu bayram, belirli bir gün ya da aya bağlı olmaksızın, farklı zaman dilimlerine ve tüm mevsimlere yayılarak kutlanır. Döngüsel bir yapıya sahiptir: Üç yıl boyunca nisan ayında, üç yıl boyunca yazın ilk ayında, üç yıl boyunca sonbaharda ve üç yıl boyunca aralık ayında kutlanır. Bayram genellikle beş-altı gün sürer ve bu süre boyunca ölülere armağanlar sunulur. Bayramın kutlandığı yıldan önce bir aile ferdini kaybeden kişiler, bu süre zarfında fakirlere yemek ikram ederek ölen yakınlarının hayrına bağışta bulunurlar. Êzidilik inancı, ölülere ve onların ruhlarına derin bir saygı gösterilmesini esas alır. Hasat edilen ilk ürünler, ölüler için ayrılır. İlkbaharda sürülerden elde edilen ürünler iki gün boyunca Şeş Adî’ye sunulur; üçüncü gün ise ölülere adanır. Bu bağlamda, onların ruhlarının huzur bulması için bu ürünler yoksullara dağıtılır ve ölenlerin hayrına iyilik yapılır.


Îda Êzî

Sultan Êzî Bayramı, Êzidilik inancında büyük öneme sahip bir kutlamadır. Êzî ya da Ezî, Êzidilikte Melekê Tawûs’tan sonra en kutsal varlık olarak kabul edilir. Önemi bakımından Şêx Adî’den dahi önce gelir. Her ne kadar 'melek' olarak nitelendirilse de, Êzidilikteki yedi meleğin arasında genellikle sayılmaz. Melekê Tawûs gibi, o da tanrısal özelliklere sahip bir avatar olarak görülür. Êzidilik inancında Sultan Êzî hakkında pek çok efsane bulunmaktadır. Êzî Bayramı, Îda Roja orucunun hemen ardından kutlanır ve büyük bir şölenle taçlandırılır. Beş günlük orucun bitiminde, geniş katılımlı kolektif sofralar kurulup ziyafetlerle bayram kutlanır.


Îda Roja

Êzidilik inancında Güneş Bayramı olarak bilinen Îda Roja, yılda iki kez tutulan üç günlük oruç dönemlerinden biridir. Bu bayramlardan biri güneşi onurlandıran Îda Roja, diğeri ise Xıdır Îlyas Bayramı’nda kutlanır. Îda Roja, her yıl 1 Aralık’ta başlar ve üç günlük oruç ile tamamlanır. Bayram süresince kaynatılan yumurtalar çeşitli renklerle boyanır ve dağıtılır. Bu geleneksel uygulamada, yumurta sarısı güneşi, yumurtanın kendisi ise evrenin oluşumunu temsil eder. İnanca göre çiğ yumurta, evrenin gaz ve toz bulutlarından oluşan ilk halini; kaynatılma süreci ise maddenin oluşumu ve olgunlaşma evresini simgeler. Yumurtanın üzerine boyanan desenler ise dünyanın oluşumunu, yeryüzü şekillerini, bitkileri ve doğayı ifade eder.Yumurtanın en önemli kısmı olan sarısı, güneşi ve dünyanın merkezi olan gücü simgeler. Îda Roja, güneş merkezli bir anlayışı benimseyen Mîtraizm, Mazdaizm ve Zerdüştlüğün bu inanca uyarlanmış bir versiyonu olarak görülmektedir.


Îda Xıdır Îlyas

Êzidilik inancında, her yıl 18 Şubat’ta kutlanan bir bayramdır. Bayramdan önce üç gün boyunca oruç tutulur. Bu oruç, Müslümanlıkta olduğu gibi sabahtan akşama kadar hiçbir şey yiyip içmeden gerçekleştirilir. Xıdır Îlyas, Xıdır ve Îlyas peygamberlerin isimlerinden gelir. İnanca göre, dünyada kutsal ölümsüzlük suyunu içmiş olan iki kişi Xıdır ve Îlyas’tır. Bu iki figür, kardeş ya da dost olarak kabul edilir ve her yıl bu dönemde buluşarak doğaya can vermeye karar verirler. Xıdır, aksakallı bir figürdür; baharın müjdecisi, bitkilere hayat verendir ve zor durumda olanlara yardım eden bir koruyucudur. Bastığı yerlerde bahar erken gelir. Îlyas ise uzun boylu ve nur yüzlü olarak tasvir edilir. Elinde uzun bir değnek taşır ve keçi derisinden yapılmış uzun bir giysi giyer. O da suların ve hayvanların koruyucusudur. Gezip dolaştığı yerlerde hayvanların bereketi artar ve sürülerin sayısı çoğalır. Xıdır Îlyas döneminde tutulan üç günlük oruç, Xıdır ve Îlyas’ın uğradıkları yerlere bereket, esenlik ve baharın gelişini müjdelemeleri içindir. Bu süre sonunda, ziyafetlerle bayram kutlanır ve doğaya şükran sunulur.


Îgigî

Mezopotamya halklarının neredeyse tamamında, gökyüzü tanrılarını tanımlamak için kullanılan genel bir terimdir. Îgigî, tek bir tanrı ya da tanrıça ismi değil, gök ve yer tanrılarını birbirinden ayıran ve sınıflandıran bir terimdir. Yeryüzü tanrılarına 'anunnaki', gökyüzü tanrılarına ise 'igigi' denir. Bu adlandırma Hurrî ve Kassit mitolojilerinin yanı sıra Sümer, Babil ve Hititlerde de karşımıza çıkar. Ancak 'igigi' ve 'anunnaki' terimleri, panteondaki en eski tanrı ve tanrıçaları tanımlamak için de kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda ise 'igigî'lerin 'anunnaki'lerin yerini aldığı ifade edilmektedir.


Îlluyanka

Hurrîlerin fırtına tanrısı ile savaşan bir ejderhadır. Bu efsaneye dair kayıtlar, Malatya’daki kazılarda bulunan Hititlere ait metinlerde yer almaktadır. Dolayısıyla bu efsane, Hitit mitolojisinde de anlatılmaktadır. Mitoloji, Hurrîlerin baş tanrısı Teşup ile Îlluyanka'nın mücadelesini, Telipinu'nun doğumunu ve fırtına tanrısının, yüreği ve gözleri alınan hâlini geri almak için verdiği savaşı konu alır. İlk metinde, ilk savaşta Îlluyanka'ya yenilen Teşup, diğer tanrılardan yardım talep eder. Bir ziyafet sırasında Hupaşiya adlı bir insan, Îlluyanka'yı sarhoş eder ve Teşup gelip onu öldürür. İkinci metin ise Hitit versiyonudur ve farklı bir Teşup-Îlluyanka mücadelesini anlatır. Bu versiyona göre Îlluyanka, fırtına tanrısını yenip kalbini ve gözlerini alır. Ardından Îlluyanka, intikam almak isteyen fırtına tanrısının, yoksul bir adamın kızıyla evlenmesi ve bu evlilikten Telipinu adlı erkek çocuğun doğması hikâyesini takip eder. Metnin sonunda, Teşup, büyüyen Telipinu'nun yardımıyla önce Îlluyanka'nın kalbini ve gözlerini geri alır, sonra ise hem Îlluyanka'yı hem de Îlluyanka'nın saflarına geçen Telipinu'yu öldürür.


Îrec

Kawa'nın üç oğlundan birisidir. İran mitolojisinde, Feridun'un oğlu olarak anılır. Feridun, Dehak'ı öldüren kişi olarak tanıtılırken, Kawa'dan ayrı bir figür olarak gösterilir. Ancak, Kürt mitolojisinde ve tarihinde Kawa ile Feridun bir ve aynı kişilerdir. Dehak'ı yenen başka bir karakter bulunmaz. Mitolojiye göre, Kawa (ya da diğer adıyla Feridun)'un üç oğlu vardır: Tur, Selm ve Îrec. Feridun, Med topraklarını üç oğluna paylaştırır. Medya bölgesini Îrec'e verir. Bugünkü İran isminin kökeni bu mitolojik hikâyeye dayanır ve İran'ın adının Îrec'ten türediği ifade edilir. Turan bölgesini Tur'a, Suriye, Irak ve Lübnan topraklarını ise Selm adlı oğluna bırakır. Rivayete göre, Îrec'i kıskanan iki ağabeyi, bu durumu kabul etmez ve babalarına haber göndererek intikam alacaklarını söylerler. Îrec, kardeşleriyle barışmak ve bir çözüm bulmak istediğini bildirir, ancak Tur ve Selm bunu reddeder. Sonunda, Îrec'i öldürüp başını babalarına gönderirler. Feridun, Îrec'in intikamını alacağına dair yemin eder ve Îrec'in oğlu Menûçehr büyüyünce, bu görevi ona verir. Menûçehr, Tur ve Selm'i öldürür. Oğlunun intikamını gören Feridun, tüm topraklarını Menûçehr'e devreder.


İsfendarmuz

İsfendarmuz (ya da Spendarmuz), Zerdüştlükte dünya meleği olarak bilinir ve şubat ayını yöneten bir melektir. Aynı zamanda erdemli kadınlara hizmet eden bir figürdür. Spendarmuz veya bazı kaynaklarda geçen ismiyle Îsfendarmuz, Mazdaizmin tanrıçasıdır ve Ahura'nın kızı olarak da tanımlanır. Zerdüştlükte, pek çok niteliğiyle tanınan bu figür, özellikle erdemli özellikleriyle dikkat çeker.


Îskenderê Zılqırne

İskender Zılqırne, Makedonya Kralı Aleksandros’un (MÖ 356’da Pella’da doğmuş, 323’te Babil’de ölmüş) gerçek bir şahıs olmasına rağmen, hakkında yazılan 'İskendername'ler nedeniyle mitolojik bir figür haline gelmiştir. Adının Kur'an'da geçmesi, Nuh'un oğlu Sam’ın soyundan geldiği, Kâbe'nin yapımında İbrahim peygamberle görüştüğü, Yecüc-Mecüc’e karşı iki dağ arasında Sedd-i İskender’i yaptırdığı ve Zulkarneyn (iki boynuzlu) olduğu gibi dini anlatımlar nedeniyle bir peygamber olarak kabul edilmiştir. Bu sebeplerle, hakkında pek çok efsane türetilmiştir. İskender’in başına taktığı tolgadan (savaşçılar için koruyucu başlık) dolayı bu unsura dair ayrı bir efsane doğmuş ve Ortadoğu halkları onu İskender Zılqırne olarak anmıştır. Zılqırne, Arapça’da 'çift boynuz' anlamına gelir. Kur'an’ın Kehf suresinde Zülkarneyn ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır:

'... Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım: Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona her şey için bir sebep verdik. O da bir yol tutup gitti. Nihayet güneşin battığı yere varınca kara bir balçıkta batmakta olan bir güneş buldu. Orada bir kavme rastladı, biz de ona: 'Ey Zülkarneyn, onlara ya zulmedersin ya da onlara iyi davranırsın.' dedik. O şöyle dedi: 'Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o Rabbinin huzuruna gönderilecektir, sonra Allah ona korkunç bir azap uygulayacaktır. İman edip iyi davrananlara ise en güzel karşılık verilecektir.' Sonra bir yol daha tuttu. Nihayet güneşin doğduğu yere varınca, orada güneşin karşısında bir kavim buldu. Sonra yine bir yol tuttu ve nihayet iki dağ arasında, sözlerini anlamayan bir kavim ile karşılaştı. Dediler ki: 'Ey Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc bu memleketi bozuyor. Bizimle onlar arasında bir set yapman için sana bir vergi verelim mi?' O dedi ki: 'Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun, ben de sizinle onlar arasında geçilmez bir engel yapayım.' 'Bana demir kütleleri getirin.' dedi. Dağın iki yansı arasını doldurduktan sonra: 'Üfleyin!' dedi. Ve onu erimiş bakırla kapladı. Sonuçta ne onlar onu aşabildiler ne de deldiler.' Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, İskender Zılqırne’nin başındaki iki boynuzla ilgili efsane, onun kafasında bir hastalık oluştuğunu ve bunun sonucu olarak iki boynuzunun çıktığını anlatır. Evliya Çelebi, bir boynuzunun, İskender’in Bitlis’ten geçerken o bölgenin suyunu içmesiyle döküldüğünü belirtir. Bu olayın şerefine orada bir kale inşa ettirdiğini söyler. İkinci boynuzunun ise Bingöl’ün suyunu içtiği için düştüğünü ifade eder. Bunun üzerine orada bir kale daha inşa eder ve şehrin adını Çepexçûr koyar. Çepexçûr, o dönemin Makedoncasında 'cennet suyu' anlamına gelmektedir.