1939-1945 yılları arasında gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı, Türkiye'nin savaş dışında kalmasına rağmen, ülke genelinde sıkı yönetim ve ekonomik zorluklara yol açtı. Bu dönemde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin stratejik önemi nedeniyle, devletin denetimi daha da artırıldı. Savaşın etkisiyle ekonomik kaynakların sınırlanması, Kürt bölgelerinde yoksulluğun daha da derinleşmesine neden oldu. Köylerde ve kasabalarda, devletin uyguladığı katı önlemler ve kıtlık, halkın yaşamını zorlaştırdı. Kürtler, devletin denetiminden dolayı hareket özgürlüğü bulamazken, sosyal yaşamlarında büyük kısıtlamalarla karşılaştılar. Bölge halkı, devletin politikaları nedeniyle ekonomik olarak büyük bir çöküş yaşadı; bu durum, toplumun günlük yaşamını ve kültürel bağlarını olumsuz yönde etkiledi. 1
1940'lı yıllarda, devletin ulus inşa politikaları Kürt kimliği ve dilinin kamusal alandan silinmesini hedefliyordu. Kürtçenin kullanımına yasak getirildi; okullarda yalnızca Türkçe eğitim verildi ve Kürt kültürüne ait her türlü öğe bastırılmaya çalışıldı. Köyler ve kasabalarda Kürtçe konuşmak bile cezalandırılıyordu; bu kurallara uymayanlar para cezası ve hapis cezasıyla karşı karşıya kalıyordu. Devletin asimilasyon politikaları, sosyal yaşamda derin etkiler yarattı; aile içi eğitimde ve kültür aktarımında büyük kopukluklar yaşandı. Bu yasaklar, Kürt toplumunda hem kültürel bir baskı yarattı hem de kimlik bilincinin güçlenmesine neden oldu, aynı zamanda Kürtler arasında gizli bir direniş hareketinin temelleri atıldı. 2
İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında uygulanan devlet politikaları nedeniyle Kürt bölgelerinde tarım ve hayvancılık gibi geçim kaynakları ciddi zarar gördü. Zorunlu göç uygulamaları, özellikle kırsal bölgelerde yaşayan Kürtlerin büyük şehirlere ve batıya göç etmesine neden oldu. Göç eden Kürtler, kentlerde ekonomik fırsat eksikliği ve toplumsal ayrımcılıkla mücadele etmek zorunda kaldı. Göç eden nüfusun büyük bir kısmı, düşük ücretli işlerde çalışarak hayatta kalmaya çalıştı ve sosyal olarak marjinalleşti. Bu süreçte, Kürtlerin kimliklerini koruma çabaları da göç ettikleri şehirlerde kültürel izolasyon ve dayanışma ağlarıyla sürdü. Ancak, kentlerde karşılaştıkları ötekileştirme ve dışlanma, Kürtlerin toplumsal belleğinde derin yaralar bıraktı ve etnik farkındalığı güçlendirdi. 3
1950'de Demokrat Parti'nin (DP) iktidara gelmesi, tek parti dönemine göre daha liberal ve özgürlükçü bir atmosfer yarattı. Bu değişiklik, Kürtler arasında ekonomik ve politik beklentileri yükseltti. DP, kırsal kalkınmaya yönelik reformlarla bölgede etkisini artırmayı hedefledi. Ancak, bu reformlar Kürt bölgelerindeki uzun süreli ihmalin ve asimilasyon politikalarının sona ermesine yetmedi. Kürtler DP'yi destekleseler de, ulusal güvenlik endişeleri nedeniyle devlet, Kürt hareketlerine temkinli bir yaklaşım sergiledi. DP'nin politikaları, Kürtler için bazı rahatlamalar sağlasa da, bu dönem kısa sürede hayal kırıklığına dönüştü. Kürtler, DP'nin vaatlerinin yerine getirilmediğini dile getirerek eleştirilerde bulunmaya başladı ve bu eleştiriler, bölgedeki toplumsal hareketliliğin temelini atmaya başladı. 4
DP, muhafazakâr bir parti olarak dini değerlere vurgu yaptı ve bu durum, Kürt toplumu arasında büyük bir destek buldu. İslami unsurlar, Kürt kimliğinin bir parçası olarak daha fazla önem kazandı ve dini liderlerin etkisi arttı. Dini liderler, Kürt sorununu İslam çerçevesinde ele alarak, devlete bağlılıkla kimlik savunusunu bir arada sürdürmeye çalıştı. Ancak devlet, dini yükselişi ve dini hareketlerin etkisini seküler yapısına yönelik bir tehdit olarak görüp baskı yoluyla kontrol altında tutmaya devam etti. Dini liderlerin halk üzerindeki etkisi, devletin sert müdahaleleriyle zayıflasa da, Kürt kimliğinin dini ve kültürel öğeleri giderek daha fazla değer kazandı. 5
Demokrat Parti döneminde, Kürt bölgelerinde askeri denetim sürdürülüyordu. Devlet, potansiyel ayaklanmaları engellemek amacıyla sert müdahaleler gerçekleştirdi. Dersim İsyanı'nın izleri hâlâ taze olduğu için, Kürtler arasında yeni bir baskı döneminin başlayacağına dair endişeler yaygındı. Bu ortamda, devletin baskıcı uygulamaları, bölgedeki güven bunalımını daha da derinleştirdi. 1950'li yıllarda bu baskılar, Kürtlerin yerel toplumlarında sessiz kalmalarına yol açtı; ancak aynı zamanda toplumsal hafızalarında derin bir güvensizlik ve öfke birikmesine sebep oldu. Bölgedeki askeri ve istihbarat faaliyetleri, sivil yaşama her düzeyde etki ederek sosyal yapıyı şekillendirdi. 6
27 Mayıs 1960 darbesi, Türkiye'nin siyasi hayatında büyük bir dönüm noktasıydı. Askeri yönetim, ülke genelinde yeni bir anayasa hazırladı ancak bu dönemde Kürt bölgelerindeki denetim daha da sıkılaştı. Kürt aydınlar ve liderler, ‘ayrılıkçı’ veya ‘komünist’ suçlamalarıyla tutuklandı ve mahkemelerde yargılandı. Kürt kimliğine yönelik her türlü ifade yasağa tabi tutuldu; Kürt kökenli öğretmenler ve memurlar, yoğun Kürt nüfuslu bölgelerden sürgün edildi. Bu uygulamalar, Kürt aydınlarının ve toplumun kamusal alanda kendini ifade etmesini zorlaştırdı. Ayrıca, bu dönemde tutuklamalar ve baskılar sonucunda Kürt toplumunda intikam ve direnç duyguları güçlendi. 7
1961 Anayasası, basın özgürlüğü ve sendika kurma hakkı gibi yeni hakları getirdi. Ancak bu haklar, Kürtlerin kültürel ve politik ifade özgürlüğü açısından oldukça sınırlı kaldı. Kürtler, yeni anayasa kapsamında tanınan hakları kullanarak taleplerini dile getirmeye çalıştılar, fakat devletin sert karşılıklarıyla karşılaştılar. Kürt aydınları ve entelektüelleri, yazıları ve faaliyetleri nedeniyle sürekli baskı altına alındı; bu da toplumsal ve kültürel bir gerilim yarattı. Kürt toplumu, bu dönemde politik alanı kullanarak sesini duyurmaya çalışsa da, sıkı denetimler ve tutuklamalar nedeniyle bu çabalar genellikle başarısız oldu. Bu ortam, Kürt gençlerinin radikal politikalar benimsemesine neden oldu. 8
Kürtçenin kullanımı bu dönemde de kamuya açık alanlarda tamamen yasaktı. Kürtçe şarkılar söylemek, yazılı ve sözlü yayınlar yapmak cezai yaptırımlara tabi tutuluyordu. Bu yasaklar, Kürtler arasında kimlik bilincini güçlendirdi ve gizli kültürel etkinlikleri teşvik etti. Kürt toplumunun kültürel mirasını koruma çabaları, devlet baskısı nedeniyle yeraltına inmek zorunda kaldı 9
1970'li yıllar, Türkiye'de sol ideolojilerin ve hareketlerin yaygınlaştığı bir dönem oldu. Kürt gençliği, bu hareketlerin içinde yer alarak hem genel demokratikleşme mücadelesine katıldı hem de kendi hak taleplerini dile getirdi. Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) gibi örgütler, Kürtler arasında siyasi bilinçlenmenin merkezi haline geldi. DDKO, Kürt kimliğinin ve kültürünün korunmasını ve siyasi bir platformda savunulmasını amaçladı. Ancak, 1971 muhtırasıyla birlikte bu tür örgütler kapatıldı ve üyeleri hapis cezasına çarptırıldı. Bu olay, Kürtlerin örgütlenme çabalarına ciddi bir darbe vurdu. 10
12 Mart 1971 askeri muhtırası, artan sol hareketleri bastırma amacı güttü ve bu süreçte Kürt aktivistler de yoğun baskılara maruz kaldı. Çok sayıda Kürt öğrenci ve siyasetçi, tutuklanarak ağır işkenceler gördü. Diyarbakır Cezaevi gibi yerler, siyasi tutuklulara yapılan işkencelerle kötü şöhret kazandı. Bu cezaevlerindeki insanlık dışı muameleler, Kürt hafızasında derin izler bıraktı ve daha radikal düşüncelerin oluşmasına zemin hazırladı. İşkence ve baskılar, Kürtlerin devlete olan güvenini büyük ölçüde zedeledi ve isyan düşüncelerini körükledi. 9
1970'ler, Kürt gençlerinin öğrenci hareketlerinde ve işçi sendikalarında daha aktif olduğu bir dönemdi. Türkiye İşçi Partisi (TİP), Kürt sorununu açıkça tartışan ilk partilerden biri oldu ve Kürtlerin siyasi alanda varlık göstermesine olanak sağladı. Kürt kimliği ve hakları konusunda yapılan tartışmalar, devletin baskıcı politikaları nedeniyle sıkça engellendi ve Kürt siyasetçiler mahkemelerde yargılandı veya sürgün edildi. 7
1978 yılında Abdullah Öcalan’ın önderliğinde kurulan PKK (Partiya Karkerên Kurdistanê), Kürt halkının haklarını savunmak amacıyla silahlı bir mücadeleyi benimsemiş bir örgüttür. PKK'nin ideolojik temelleri, Marksist-Leninist düşünceye dayanmaktadır. Kuruluş aşamasında, Kürtlerin tarihsel olarak maruz kaldıkları baskılara ve devletin asimilasyon politikalarına karşı bir tepki olarak silahlı mücadeleye yönelmişlerdir. PKK'nin liderliği, bu hareketin Kürt halkı için sadece bir kültürel direniş değil, aynı zamanda bağımsızlık taleplerini hayata geçirecek bir siyasi ve askeri çözüm önerisi olarak şekillendi. Abdullah Öcalan ve örgütün diğer kurucu üyeleri, başlangıçta daha çok Kürt halkının kendini tanıması ve ulusal bilinç geliştirmesi gerektiğini savunmuşlardır. Ancak zamanla bu talepler, silahlı direnişe dönüşmüş ve PKK, bağımsız bir Kürt devleti kurmayı hedeflemiştir.
10
Bu süreç, Kürt hareketinde önemli bir dönüm noktasıydı, çünkü PKK'nın kuruluşu, önceki yıllarda kültürel ve sosyal alanda yapılan direnişlerin daha organize ve güçlü bir biçimde askeri harekete dönüşmesine yol açtı. PKK'nın kuruluşu, Kürtler arasında ulusal kimlik ve özgürlük bilincinin daha açık bir şekilde şekillenmesine zemin hazırladı ve Kürtlerin taleplerini doğrudan silahlı mücadele ile savunmaya başlamalarına yol açtı. Bu durum, Türk devletinin Kürt bölgelerine yönelik daha sert güvenlik politikalarını tetikledi ve bölgedeki çatışmaların tırmanmasına neden oldu.
6
PKK’nın silahlı mücadelesi, 1980'lerde Türkiye'deki Kürt meselesinin çözümü konusunda çok daha belirgin bir aşamaya geçmesine neden oldu. Devlet, PKK'nın silahlı saldırılarına karşı yoğun güvenlik önlemleri almaya başladı. PKK’nın giderek güçlenen hareketi, Kürtlerin Türk devletine karşı organize olmaları anlamına geliyordu ve bu da devletin Kürt bölgelerinde baskı ve askeri operasyonlarını artırmasına neden oldu. 1980’ler, Türkiye için sadece devletin Kürtlere karşı yürüttüğü operasyonların arttığı bir dönem değil, aynı zamanda Kürt hareketinin daha kitlesel bir hale geldiği, ideolojik açıdan daha belirginleştiği, silahlı çatışmaların başladığı bir dönem oldu. PKK'nın eylemleri ve devletin sert yanıtları, bölgedeki halkın yaşamını daha da zorlaştırdı ve Türkiye'deki Kürt sorununun ulusal bir mesele haline gelmesinin önünü açtı. 6
12 Eylül 1980, Türkiye'nin siyasi tarihindeki önemli bir dönüm noktasıydı. Bu darbe, sadece sol ideolojilere karşı baskı oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda Kürt hareketinin ve Kürt kimliğinin ciddi şekilde yok sayılmasına yol açan bir dönemi başlatmıştır. Darbe sonrası binlerce Kürt aktivist, siyasetçi ve aydın tutuklanmış, işkenceye tabi tutulmuş ve çoğu Diyarbakır Cezaevi gibi yerlerde kötü koşullarda hapsedilmiştir. Bu dönemde, Kürt hareketinin hem siyasi hem de kültürel ifadeleri tamamen yasaklanmış, Kürt kimliği neredeyse tamamen inkâr edilmiştir. Devletin, Kürt kimliğini baskı altına alarak bir 'Türk kimliği' yaratma çabası, 12 Eylül sonrasında en üst seviyeye ulaşmıştır. 8
Darbenin ardından, Kürtçe'nin kullanımı tamamen yasaklandı. Herhangi bir Kürt kültürel etkinlik ya da örgütlenme devletin izni olmadan gerçekleştirilemez hale geldi. Kürtçe şarkılar söylemek, Kürtçe kitaplar basmak ve Kürtçe konuşmak suç sayılmaya başlanmış, bu tür eylemler cezai yaptırımlara tabi tutulmuştur. Kültürel baskılar, Kürt halkının kimliklerini ve kültürel miraslarını korumalarını çok daha zor bir hale getirdi. Kürt diline ve kültürüne yönelik bu yasaklar, Kürtler arasında bir direniş duygusunu daha da derinleştirmiştir. Devletin bu baskıları, Kürtlerin kimliklerini gizli bir şekilde korumalarına, yeraltı kültürel etkinlikleri düzenlemelerine yol açmış; bu durum, Kürtlerin sosyal yapısındaki dayanışma ve kimlik bilincini daha da pekiştirmiştir. 5
1940 ile 1980 yılları arasında Türkiye’deki Kürtler, devletin ulus inşa ve asimilasyon politikaları nedeniyle sürekli kimliklerini savunmak için mücadele etmiştir. Bu dönemde, Kürtlerin karşılaştığı baskılar ve engeller, yerel direniş hareketlerinin oluşmasına, Kürt aydınları arasında ulusal bilincin gelişmesine ve toplumsal hareketlerin artmasına olanak sağlamıştır. Özellikle 1970’lerdeki sol hareketler ve 1978’de PKK’nın kuruluşu, Kürt hareketinin silahlı ve daha organize bir yapıya dönüşmesine neden olmuştur. PKK’nın silahlı mücadelesi, Türk devletinin güvenlik politikalarını daha da sertleştirmiş ve 1980’lerdeki çatışma dönemine zemin hazırlamıştır. Bu dönemdeki baskılar, direniş hareketlerinin güçlenmesine, ancak aynı zamanda Kürt halkının kimlik ve kültürel direncinin daha da güçlenmesine yol açmıştır. Bu süreç, 1980’lerdeki şiddetli çatışmaların ve devletin askeri operasyonlarının temelini atmıştır. PKK’nın kurulması, yalnızca silahlı bir hareketin doğmasına yol açmakla kalmamış, aynı zamanda Kürt özgürlük mücadelesinin daha radikal bir boyuta taşınmasına neden olmuştur. 5 6 8 10