28 Aralık 2011 tarihinde gerçekleşen Qilabane Katliamı, ya da Roboskî Katliamı, Şırnak ilinin Uludere ilçesine bağlı Roboskî köyünde meydana geldi. Bu olay, Türkiye'nin Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının ardından yaşandı. İddialara göre, katliamın planlaması MGK toplantısında yapıldı ve toplantının amacı, Kürtleri denetim altına almak ve onlara baskı uygulamaktı. Türk devletine ait savaş uçakları, köyleri bombalayarak 35 Kürt sivili öldürdü. Ölenlerin tamamı sivil olup, büyük bir kısmı 18 yaşın altındaydı. Ayrıca, öldürülenler arasında 12 yaşında çocukların da bulunduğu bildirildi. Türk medyası, olay hakkında yeterli bilgi vermedi. Ancak Fransa ve İngiltere gibi bazı uluslararası ajanslar, Türk devletinin Kürtlere yönelik bu katliamını haberleştirdi. Katliamın, Amerika ve İngiltere'nin desteğiyle yapıldığına dair yaygın bir görüş bulunmaktadır. Çünkü, Kürtlere karşı yürütülen savaşta ABD, genellikle Türkiye'ye istihbarat sağlamaktadır ve bu istihbarat, Kürtlere yönelik saldırılara yol açmaktadır. Türk ordusuna ait F-16 savaş uçakları, Roboskî köyünü bombaladı. Bu saldırıda 35 kişi hayatını kaybetti. Ancak Türk medyası ve yetkilileri olayla ilgili herhangi bir açıklama yapmadı ve sessiz kalmayı tercih etti.
Qilabane Katliamı, devletin bilinçli olarak gerçekleştirdiği bir eylemdi. Katliamın temel amacı, Kürtler arasında korku yaratmak ve onları sindirmekti. Bunun yanı sıra, Kürtler arasındaki birlik ve dayanışmayı zayıflatmak, onların hak ve özgürlük taleplerini bastırmak da hedefleniyordu. Bu üçüncü amaç doğrultusunda, devletin stratejik bir hamle yaptığı düşünülmektedir. O dönemin koşulları ve gelişmelerine bakıldığında, devletin Kürtlerin toplumsal, siyasi ve diplomatik alandaki ilerlemelerini engellemeyi amaçladığı açıktır. Özellikle, Güney Kürdistan'da yarı bağımsız bir statüde yaşayan Kürtlerin, batı Kürdistan'da da benzer bir konum elde etmeleri ve kuzey Kürdistan'da kendi özerkliklerini ilan etmeleri, devletin bu süreci kontrol altına almak istemesine yol açmıştır. Bu yüzden, Qilabane Katliamı, Kürtler arasındaki bu gelişmeleri durdurmaya yönelik planlı bir saldırıydı.
Katliamın gerçekleştiği gün ve saat, Türkiye'nin yüksek güvenlik kurulu toplantı yapıyordu. Toplantı sona erdikten bir ya da iki saat sonra, katliam yaşandı. Bu zamanlama, olayın devletin planlı bir eylemi olduğuna dair şüpheleri arttırdı. Geçmişte, benzer bir durumda Diyarbakır’daki bir köyde 44 Kürt, birkaç saldırgan tarafından öldürülmüştü. Bu olay, medyada büyük yankı uyandırarak ciddi sonuçları olan bir katliam olarak duyuruldu ve devlet, benzer bir şekilde bu katliamı duyurmayı tercih etti. Qilabane Katliamı’nda da benzer bir strateji izlendi ve olay, medyada kontrollü bir biçimde yer aldı. 44 Kürt'ün hayatını kaybettiği olay sonrası, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül basına çıkarak, 'Bu, şimdiye kadar yaşadığımız en karanlık ve kanlı olaylardan biridir,' şeklinde açıklamalar yaptı. Bu olaylar, devletin Kürtlerin siyasi ve toplumsal ilerlemelerini engellemeye ve onları denetim altında tutmaya yönelik çabalarının bir parçası olarak değerlendirilmiştir.
Türkiye'nin çoğunlukla Kürt nüfusunun yoğun olduğu şehirlerinde büyük protestolar yaşandı. Diyarbakır'da protestolar şiddetle sonuçlandı, polis, taş ve Molotof kokteyli atan protestoculara cop ve gözyaşartıcı gaz kullanarak müdahale etti. Protestolar ayrıca Ankara ve İstanbul'da da düzenlendi; İstanbul'da 1.000'den fazla protestocu Taksim Meydanı'nda toplandı, polisle çatışarak taş attılar ve araçları tahrip ettiler, ardından polis kalabalığı gözyaşartıcı gaz ve su jetiyle dağıttı. Olayın ardından, otopsi ve cenaze törenine katılan ilçe kaymakamı Naif Yavuz, daha sonra mağdurların yakınlarını ziyaret etti. Ziyaretinin hemen ardından, dışarıdan gelen bir grup tarafından linç edilmek istendi. Güvenlik görevlilerinin yardımıyla saldırıdan kurtulan Yavuz, yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Saldırı, köy dışından gelen kişiler tarafından gerçekleştirildi.
Kıbrıs'ın Lefkoşa şehrinde, yaklaşık 300 Kürt Kıbrıslı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki Türk elçiliğine yürüdü. Sol görüşlü Yeni Kıbrıs Partisi'nin lideri Murat Kanatlı, kalabalığa hitap ederek Türkiye'yi ülkenin güneydoğusundaki gerilimi artırmakla suçladı. Gösteri, barışçıl bir şekilde sona erdi. Tahran'da, bir grup İranlı Kürt, Türk elçiliği önünde protesto düzenledi. Irak'ın Erbil şehrinde, yaklaşık 500 Iraklı Kürt, öldürmeleri protesto etti; bazıları, Irak Kürdistanı güvenlik güçleriyle çatıştı ancak herhangi bir can kaybı bildirilmedi. Bazı protestocular, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın resimlerini taşıdı ve 'savaş, özgürlük için savaş' ve 'Erdoğan teröristtir' sloganları attılar. Protestoda, Kürt aktivist Ali Mahmoud basına yaptığı açıklamada, 'Suç... gerçek bir soykırım, bir savaş suçu ve insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, uluslararası yasaları ihlal etmektedir. Türkiye'nin uluslararası mahkemelerde yargılanmasını talep ediyoruz' dedi.
BDP (Barış ve Demokrasi Partisi), devletin içindeki çözüm ve önerilere karşı çıkmasının ardından, uluslararası savaş suçları mahkemesine başvurdu. Türkiye ise, daha önceki gibi bu davayı kendi iç hukukunda açmayı reddetti ve herhangi bir çözüm veya karar önerisi sunmadan, 'yasal haklar' çerçevesinde davanın açılmasına izin verdi. Bu davanın uluslararası alanda açılması, Kürtlere yönelik diğer benzer suçların da yargılanmasını sağlayabilir. Ancak şu an için, uluslararası mahkemelerin müdahalesiyle ilgili somut bir gelişme bulunmamaktadır. Bu nedenle, davanın devamı ve sonuçları açısından büyük bir öneme sahiptir.