Daha Fazla

Rıza Şah Yönetiminde Kürtler


1920'ler ve 1930'lar boyunca Kürdistan’daki durum, merkeziyetçi önlemleri dayatacak kadar güçlü bir hükümetin kurulması ve kırsaldaki hareket alanının büyük ölçüde daraltılması gibi etkenlerle ciddi bir şekilde değişti. Bu dönemde, aşiret bağımsızlıkları sert bir şekilde baskı altına alındı. Askeri teknoloji, merkezin iradesini çevreye dayatabilmesinin temel sebeplerinden biriydi. Kürtler, yeni teknolojinin etkilerini muhtemelen Kelhârlu Davud Han’ın öldüğü Sahna Savaşı’nda ilk kez hissettiler. Makineli tüfekler ve yivli silahlar (özellikle geri tepmeli hidrolik sistemlerle donatılmış sahra topları) gibi modern silahlarla donanmış olsalar da, bu silahlar genellikle düzenli birliklerin lehine sonuçlanıyordu. Yeni nesil sahra topları ve makineli tüfeklerin etkili olabilmesi için uygun eğitim ve yönlendirme gerekirdi ve bunu yalnızca düzenli kuvvetler sağlayabilirdi. 1920’lerden önce, İran'da eksik olan şey, ülkenin tamamında düzen, disiplin ve koordinasyonu sağlayabilecek bir liderdi. 1921'den itibaren bu rolü üstlenen Rıza Han, aşiretleri yok edememiş olsa da, faaliyet alanlarını değiştirmeyi başardı. 1941'de tahttan çekildiğinde ise aşiret reislerinin güçleri büyük ölçüde toprak sahiplikleri ve Tahran ile eyalet başkentlerindeki konumlarına dayanıyordu. Aşiretlerin gücü, 1941-46 yıllarında kısa bir yeniden güçlenme dönemi geçirmişti.


Simko'nun Hikâyesi

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından İran, büyük bir idari ve mali kaos içinde kalmıştı. Aşiret çatışmaları, anarşi ve kıtlık gibi sorunlar ülkenin pek çok bölgesini etkilemişti. Bu dönemde Gilan İsyanı devam ederken, hem Sovyet hem de İngiliz kuvvetleri İran'da mevcuttu. 1919'da, İran hükümeti İngiltere ile bir antlaşma yaparak himaye statüsünü kabul etmiş ve bu durum hükümetin zayıflamasına sebep olmuştu. Hazar bölgesindeki isyancı gruplar, Kızıl Ordu desteğiyle Tahran'a yürümekle tehdit ediyordu ve 1920 yılına gelindiğinde İran, 19. yüzyılda yaşamadığı kadar zayıf bir duruma düşmüştü. 1921 yılı başlarında, Kazak Tümeni'ni komuta eden General Rıza Han, Tahran'a yürüyerek yeni bir hükümet kurdu ve kendini savaş bakanı ve başkomutan olarak atadı. Rıza Han, ülkenin bağımsızlığı ve modernleşmesi için büyük bir kararlılıkla hareket ediyor, öncelikli olarak ordunun uyumunu sağlamak ve eyaletlerde hükümet otoritesini yeniden tesis etmek istiyordu. Bu hareket, İran'ın modern bir merkezi ulus-devlet olarak şekillendirilmesi için bir adım olmuştu.

Rıza Han'ın darbesinin Kürdistan’daki etkisi hemen hissedilmedi çünkü bölge hala savaşın zorluklarıyla mücadele ediyordu. Örneğin, Urmiye Ovası'ndaki 300 köyün çoğu tahrip olmuş ve Urmiye'nin nüfusu 25.000'den 5.000'e düşmüştü. Bölgedeki aşiretler, birbirleriyle çatışıyor ve kendi kontrollerini kurmaya çalışıyordu. Bu durum, Kürtlerin bağımsızlık hayalleri kurmasına ve bazılarının İran’dan bağımsızlık için bir hareket başlatmalarına yol açmıştı. 1918'de bazı Kürt liderleri, İngiliz himayesi altında bağımsızlık için bir araya gelmişti. Ancak bu girişimler, çoğunlukla iç çekişmeler ve aşiretler arası mücadeleler nedeniyle başarılı olamamıştır. Kürdistan’daki en etkin aşiretlerden biri, Şikak Aşireti’dir. Bu aşiret, özellikle Simko’nun liderliğinde, savaş sonrası dönemde kontrol sağlamak için büyük bir çaba harcamıştır. Simko, 1914’ten itibaren İran ve Rusya’dan destek alarak yerel otoriteyi sağlamış, ancak savaşın sonunda bağımsızlık için fırsatlar aramaya başlamıştır. Simko, Şeyh Taha ile ittifak kurarak sınır ötesi bir Pan-İslamist hareket başlatmış ve Kürtlerin bağımsızlığı için adımlar atmıştır.

İran hükümeti, Simko'yu defalarca ortadan kaldırmak için harekete geçmiş ancak başarılı olamamıştır. 1919'da İngiltere, Simko’yu bölgedeki güç dengesini sağlamak amacıyla desteklemiş, ancak Simko’nun gerçek amacı bağımsızlık için mücadele etmekti. Simko, bu dönemde Türk milliyetçileriyle de ilişki kurarak, bağımsızlık için silah almak amacıyla Türkiye’den yardım istemiştir. Sonuç olarak, İran’ın zayıf yönetimi ve aşiretler arasındaki çatışmalar, bölgedeki bağımsızlık mücadelesinin devam etmesine neden olmuştur. Simko, Batı Azerbaycan'daki Kürt liderlerini bir araya getirmeye çalıştığı bir dönemde, yerel aşiretler arasındaki iç çekişmeler ve bazı önemli liderlerin rakiplerinin yanında yer alması nedeniyle geniş çaplı destek bulamamıştır. Bu süreçte, Şeyh Mahmud Berzencî'nin akrabalarına sığınarak güç gösterisi yapmıştır. İranlı yetkililer, Simko'nun artan gücünden endişe duyarak ona karşı bir güç oluşturmuş ve 1920 yılının Şubat ayında onu yenilgiye uğratmışlardır. Ancak Simko, toparlanarak yeniden silahlanmaya başlamış ve 1921'in başlarında başarılı bir şekilde bölgedeki kontrolünü arttırmıştır. Bolşeviklerden de destek alarak, yerel aşiret liderlerini kendisine katılmaya ikna etmiştir. Bu dönemde, birçok aşiret Simko'nun liderliğine destek vermeye başlamıştır.

1921'de, Simko 4000 kişilik bir orduyla gücünü arttırmıştır. Ancak, Sovyetlerin İran'ı küçük devletlere bölme planı ve İngiltere'nin bu durumu kendi lehine çevirebileceği düşüncesi, bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirmiştir. Simko, İngiltere'yi destek alabileceği bir güç olarak görüyordu, fakat İngiltere'nin kendi stratejik çıkarları doğrultusunda dikkatli bir tutum sergileyip Simko'yu desteklemekten çekinebileceği de ileri sürülüyordu. Simko, bölgedeki kontrolünü artırmış ve pek çok yerel aşireti etkisi altına almıştır. Ancak, aşiret siyasetinin doğası gereği, Simko'nun başarıları sınırlı kalmıştır. Eylül 1921'de Sac Bulaq'ı fethederek, hükümetin kontrolündeki son kısımları da ele geçirmiştir. Yıl sonuna doğru 5000 kişilik bir orduyla prestijini yeniden kazanmıştır. Fakat Simko'nun isyanı, aşiretler arasındaki çatışmalar ve kişisel çekişmeler nedeniyle büyük bir birleşim oluşturamıyordu. Çoğu aşiret Simko'yu desteklese de, Mukrî aşiretinin iki ana kabilesi arasındaki bölünme ve diğer yerel liderlerle yaşanan gerginlikler, Simko'nun zaferlerinin kalıcı olmasını engellemiştir. Özellikle 1922'de, bazı müttefikleriyle arası bozulmuş ve onlardan gelen desteği kaybetmeye başlamıştır.

Simko’nun karşılaştığı zorluklar, yerel aşiretler arasındaki çıkar çatışmaları ve her aşiretin kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmesinden kaynaklanmıştır. Başarısı büyük ölçüde içinde bulunduğu belirsizlik ortamına dayanmakta olup, bu süreçte birçok ulusal ve uluslararası gücün rolü vardır. 1922'de Mukrî aşiretiyle yaşadığı çatışmalar, Simko'nun pozisyonunu zayıflatmış ve güç kaybına neden olmuştur. Simko'nun 1920'lerdeki isyanı, Kürdistan bölgesinde önemli bir etki yaratmış olsa da, birçok faktör onun başarısının sürdürülebilir olmasını engellemiştir. İsyanın başlangıcında Simko, birçok yerel aşiretten destek almayı başarmıştır. Bu aşiretler arasında, Kürt liderlerinden Reşid ve Mahmud Han gibi isimler de yer almaktadır. Simko, Sine'yi ele geçirmeyi ve burada gücünü pekiştirmeyi hedeflemiş, ancak Mahmud Han, bu teklifi geri çevirmiştir çünkü zaten güçlü bir konumdaydı ve Simko'nun çağrısını küçümsemiştir. Güneydeki Kürtler ise isyanı fazla ciddiye almadılar ve İngilizlerin finansal desteği olmadan harekete geçmeye istekli değillerdi.

Simko, özellikle 1921 yılı boyunca büyük bir güç kazandı. İran hükümeti, çeşitli iç karışıklıklarla uğraşırken, Simko'nun isyanı bölgedeki boşluğu doldurmuştu. İran'da Rıza Han'ın yönetimi, Gilan, Burucerd ve diğer bölgelerde direnişle karşı karşıyayken, aynı dönemde Sovyetler Birliği ve Türkler Simko'yu destekliyordu. Simko'nun destek bulmasındaki en önemli faktörlerden biri, İran hükümetine karşı duyulan hoşnutsuzluk ve bağımsızlık isteğiydi. Ancak, Simko'nun ayaklanması sadece birkaç aşiretin desteğiyle sınırlı kaldı. Mayıs 1921'de, Şeyh Taha'nın komutasındaki bir grup, Dihbukrî bölgesini yağmaladı, fakat bu durum, hükümetin karşı saldırısıyla son buldu. Simko'nun adamları büyük bir savaşı kaybetti, ancak yine de önemli bir destekçi kitlesi toplamayı başardı. Hükümet, bölgedeki düzeni sağlamak amacıyla 8.000 askerle büyük bir sefer başlattı. Ağustos ayında, Simko'nun güçleri ağır bir yenilgiye uğradı ve Urmiye tekrar hükümetin eline geçti. Bu yenilgiler, Simko ve diğer isyancı liderlerin Türkiye'ye kaçmasına yol açtı.

Simko'nun isyanının başarısı, büyük ölçüde bölgedeki karışıklıklar ve İran hükümetinin zayıf yönetimine dayanıyordu. İran'ın Sovyetler Birliği ve Türklerle olan ilişkileri, Simko'nun isyanına olan desteği artırdı. Ancak, Simko'nun ayaklanması Kürtler arasında geniş bir destek bulamadı ve çoğunlukla aşiret siyasetinin sınırlamalarıyla karşılaştı. Sonuç olarak, Simko'nun isyanı hızla sona erdi ve Simko ile diğer önde gelen liderler Türkiye'ye kaçtı, böylece isyan son buldu ve bölgedeki hükümet tekrar kontrolü ele geçirdi. Simko'nun son yılları, eski gücünü ve etkisini yeniden kazanma çabalarıyla geçti, ancak sürekli başarısızlıklarla karşılaştı. İsyanlarının ardından 1920'lerin başında destek bulmak amacıyla Irak'a gitmeye karar verdi, ancak burada da beklediği desteği bulamadı. Şeyh Taha ve Şeyh Mahmud Berzenci gibi önemli figürlerden yardım alamadı. Şeyh Taha, İran’daki hedeflerinden vazgeçerken, Şeyh Mahmud, Simko'nun 1919’daki isyanını küçümsemişti. 1923'te Türkiye'ye dönse de burada da bir destek bulamayarak çabaları sonuçsuz kaldı.

1924 yılında, Rıza Han, Simko’yu affederek yeniden İran’a kabul etti. Ancak Simko, 1925 baharında geri dönüp aşiretin kontrolünü yeniden ele geçirmeyi hedefledi ve rakibi Emir Han’ı devirmeye çalıştı. 1926 yılının Ocak ayında, Simko yeniden ayaklanmaya başladı ve daha önce kazandığı özgürlüğü geri almak için kararlıydı. Ancak hükümet, Emir Han’ı desteklemeyi sürdürdü ve Simko’nun birlikleri bazı aşiretler tarafından terk edilince isyan başarısız oldu. Simko, Irak’a kaçtı ve burada sürgünde yaşamaya başladı. Irak’ta bulunduğu süre boyunca Türkiye ile iletişime geçti ve bazı aşiretlerle ittifaklar kurmayı planladı. 1928 yılında, bir aşiret süvari alayı ve İran sınırındaki toprak vaadiyle Türkiye’ye gitmeyi hedefledi. Ancak İran hükümeti, bunu bir tehdit olarak değerlendirerek Simko’yu öldürme kararı aldı. 1929 yılında, Simko’nun dönüşü kısa sürdü; hükümetin birlikleri onu pusuya düşürüp öldürdü.

Simko’nun milliyetçilik anlayışı tartışmalıydı. Bağımsızlık ve aşiretleri birleştirme konularında konuşmuş olsa da, bir ulusal lider olarak kabul edilmekte zorluk çekti. Şeyh Taha ve Şeyh Mahmud’a karşı tutumu zamanla olumsuz bir hale geldi. Ancak Simko, milliyetçi bir manifesto ya da siyasi bir program geliştirmedi; bu yüzden amacının ne olduğu konusunda net bir görüş yoktu. Rojf Kurdistan dergisi Simko adına yayımlanmış olsa da, milliyetçi bir çizgide değildi. Simko, kendisi için bir devlet kurmaya çalışmak yerine, bölgedeki aşiret liderliğini pekiştirmeyi amaçladı. Aşiret reislerini vali olarak atasa da, bu durum Kürt milliyetçiliğiyle ilgili bir devlet kurma vizyonundan çok, aşiretçi bir yönetim tarzı gibi görünüyordu.

Simko’nun milliyetçiliği, daha çok aşiretler ve köylülerin yararına yönelik bir yaklaşım sergiliyordu. Yerleşik halk ve şehirli sınıflar ise onun için fazla değerli değildi. Bu durum, Meşrutiyet dönemi faaliyetleriyle ve Sac Bulaq’ı yağmalamasıyla da doğrulanmıştır. Simko’nun yönetimi, aşiretçi kültürün bir yansıması olarak ortaya çıkmış, fakat bu kültür aynı zamanda onun zayıflamasına da sebep olmuştur. Aşiretler arasındaki iç çekişmeler ve rekabet, Simko’nun güç kaybetmesinin başlıca nedenlerinden biri olmuştur. Sonuç olarak, Simko’nun girişimleri aşiret kültürünün sınırları içinde kalmış ve bu nedenle geniş çaplı bir ulusal liderlik oluşturma konusunda başarılı olamamıştır.


Kirmanşah

1920'lerin başında, Kirmanşah bölgesindeki aşiretler arasında birlik kurma çabaları büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Örneğin, Sencabi Aşireti, 1918’deki ağır yenilginin ardından 1920 yılı itibariyle diğer aşiretler arasında yeniden güç kazanmaya başlamıştı. Ancak, bölgedeki Goran Konfederasyonu çökmüş ve Kelhûrlar belirsiz bir liderlik yüzünden zayıflamıştı. 1921'in sonbaharına gelindiğinde, İngilizlerin desteğiyle yeni aşiret liderleri, Sencabi Aşireti’ne karşı, Sencabi’nin eski düşmanı olan Weled Beg Aşireti ile bir konfederasyon kurmuştu. Bu durum, Sencabi Aşireti ile Weled Beg Aşireti arasındaki uzun süredir devam eden kan davasının yeniden alevlenmesine yol açtı. Çatışmalar şiddetlendikçe, Kelhûr ve Weled Beg'in ittifak yapması, Sencabi için büyük bir tehdit oluşturmuştu. Ancak, Kirmanşah’a yeni bir vali atanmasıyla, aşiret liderleri arasındaki çekişmeler, nihayetinde hükümetin müdahalesiyle çözülmüştü.

Bu dönemde, İran hükümeti, aşiretleri merkezi hükümete bağlamak için sert bir politika izlemeyi tercih etti. Rıza Han, bir ulusal kimlik oluşturmayı hedefleyerek, bölgesel aşiretleri homojen bir topluma entegre etmeye çalıştı. Türkiye’deki Mustafa Kemal gibi, devletin kontrolünü sağlamak için aşiretleri yönetim altına almayı ve ülke genelinde tek bir dil olan Farsçayı yaymayı amaçlıyordu. Ancak bu yaklaşım, aşiretlerin kendilerini tehdit altında hissetmelerine yol açtı. Simko’nun isyanı, devlet için doğrudan bir tehdit oluşturmuştu; fakat Rıza Han, aşiret toplumunun uzun vadede yaratabileceği tehditleri ortadan kaldırmaya yönelik yeni stratejiler geliştirmeye başladı. Bu stratejiler, bir aşireti diğerine karşı kışkırtmayı, rehineler almayı ve güçlü aşiret liderleri arasında rekabet yaratmayı içeriyordu. Rıza Han, düzenli bir ordu kurma çabalarını sürdürürken, aşiretlerin yerel sorunları çözmelerine yardımcı olmak için zaman zaman onlara destek teklif etti. Örneğin, 1923’te Lurlar arasındaki karışıklıkları bastırırken, Kelhûrlardan destek almıştı. Aynı şekilde, 1924’te Simko’nun geri dönüşüyle ilgili endişeler nedeniyle, Kürt aşiretleri arasına gözlemciler yerleştirilmişti.

Ancak, İran için en büyük zorluklardan biri, sınır bölgelerindeki aşiretlerin göç etme alışkanlıklarıydı. Yaz aylarında, aşiretler arasında otlatma hakları nedeniyle gerginlikler yaşanıyordu. Bu göçler, özellikle Serdeşt bölgesine sürülerini otlatmaya gelen Peşdarlar gibi aşiretler arasında ciddi anlaşmazlıklara neden oluyordu. Ayrıca, devletin merkezileşmesiyle birlikte toprak mülkiyeti, askerlik hizmeti ve vergilendirme gibi yeni sorunlar ortaya çıkmıştı. Bu meseleler, bölgedeki aşiretler arasında sıkça çatışmalara yol açıyordu. Özellikle, Peşdarlar her yaz geleneksel olarak dağları aşarak Serdeşt bölgesine sürülerini otlatmaya gitmeleri nedeniyle aşiretler arasında potansiyel sürtüşmelere neden oluyordu.

İran hükümeti için bir diğer önemli mesele, Kürt aşiretlerinin Irak'tan kaçıp sığınmalarıydı. Özellikle, 1922'de Simko'ya ve 1923'te Serdar Reşid'e İngiltere tarafından sığınma hakkı verilmesi, Tahran’ı rahatsız etmişti. Tahran, İngiltere'nin aşiretlerle ilgili tutumuna şüpheyle yaklaşmış ve bu tür hareketlere karşı daha sert bir tutum takınmayı tercih etmişti. Ayrıca, Şeyh Mahmud’un Kürt milliyetçiliğini teşvik etmesi, Tahran için büyük bir tehdit teşkil ediyordu. 1927'de, Tahran, Şeyh Mahmud'un Kürt özerkliği idealini benimsemesinin ülkedeki istikrarı tehdit edebileceğinden endişeleniyordu. Şeyh Mahmud'un güçlü aşiret liderlerini etkileme gücü, Tahran’ı daha da tedirgin etmişti. Sonuç olarak, Rıza Han’ın aşiretleri devletin merkezine entegre etme çabaları büyük bir dönüşüm sürecini başlatmış olsa da, bu süreç hem fırsatlar hem de tehlikeler taşıyordu. Aşiretler arasındaki rekabet, devletin merkeziyetçi yapısı ile uyumsuzdu ve bu durum, İran hükümetinin güvenliğini tehdit eden bir dizi sorunu gündeme getirmişti.

1920'ler boyunca, Peşdarlar İran hükümetiyle birçok çatışma yaşadı. Kaçar hanedanının zayıfladığı dönemde, Peşdarlar Serdeşt çevresindeki bazı köylerde mülkiyet hakları kazandılar, ancak 1923'te hükümet birliklerinin Serdeşt’i işgal etmesiyle bu topraklar üzerindeki hakları sorgulanmaya başlandı. Hükümet, Peşdarların sürülerine el koydu, köylerden ve mülklerinden çıkarılmalarına neden oldu. 1924’te hükümet, yıllık cizye vergisi ve geçmişe dönük vergiler talep etti, ayrıca aşireti silahsızlandırmak için harekete geçti. Ancak, Peşdarlar bu talepleri reddetti ve direnmeye devam etti. 1926’da hükümet güçleri, Bane ve Serdeşt'ten çekilerek Irak’a geçen Peşdarlar, köyleri yakıp yıkmayı sürdürdü. 1927'de geçici bir barış sağlansa da, 1928’de hükümetin tutumu nedeniyle tekrar çatışmaya girdiler.

Peşdarların hükümetle verdiği mücadele, Tahran’ın sınır bölgelerindeki aşiretlerin silahsızlandırılmasına yönelik hedefleriyle paralellik gösterdi. Peşdarlar, Mangurun isyanına karşı işbirliği yaparak Tahran ile daha yakın ilişkiler kurdular. Ancak bu dönemde, Tahran'ın silahsızlandırma politikasının etkisiyle, aşiretlerle olan ilişkiler giderek zorlaşmaya başlamıştı. Tahran, 1920'lerin sonlarına doğru, Peşdarlar ve diğer sınır aşiretleriyle olan bağlarını güçlendirmeye çalışırken, bu aşiretlerin silahsızlandırılmasını hedefliyordu. Ancak, bazı aşiretler silahlarını teslim etmek yerine, komşu aşiretlere vermeyi tercih ettiler; bu da hükümetin denetim çabalarını zora soktu. 1927 ile 1934 arasında, Hewram ve Meriwan aşiretleriyle yaşanan çatışmaların ardından, hükümet aşiret liderlerini cezalandırmak için sert yöntemler kullanmaya başladı. 1926'da, Peşdar, Meriwanî ve Hewramî ile savaşan birliklerin esirlerini idam ettirdi. Aynı dönemde, Peşdarlar ve diğer Kürt aşiretlerinin İngilizlere olan yakınlıkları da sorun yaratıyordu. 1931’de, İngiliz konsolosluk raporlarına göre, İran hükümeti 'açık bir zulüm politikası' uyguluyordu. Bu süreçte, aşiret reisleri hükümetin zalimliklerine karşı direndiler, ancak çoğu sonunda öldü veya hapse atıldı.

Simko, 1929'da şüpheli bir şekilde öldü, Mukri aşiretinin lideri 1931'de gizemli bir şekilde hapishanede hayatını kaybetti ve Rıza Şah’ın davetiyle Tahran’a giden Şeyh Taha, 1932’de zehirlenerek öldü. Bu olaylar, Peşdarlar ve diğer Kürt aşiretlerinin İran hükümetine karşı verdikleri mücadelenin zorluklarını ve acımasız sonuçlarını gözler önüne seriyor. Rıza Şah’ın iktidarında, Kürt aşiretlerinin silahsızlandırılması süreci, özellikle 1928’den sonra, ulusal tekdüzelik ve kültürel baskılarla daha da karmaşık hale geldi. 1928 yılında, Kürtlerin geleneksel unvanları olan ilhan, bey, emir ve ağa gibi isimlerin yasaklanması, Kürtlerde büyük bir öfkeye yol açtı. Aynı dönemde, Mart 1929’da yürürlüğe giren zorunlu Pehlevi şapkası, aşiretler arasında hoşnutsuzluğu daha da artırdı. Örneğin, Mamaş ve Mangur aşiretleri, Serdeşt bölgesine saldırarak hükümetin garnizonunu dışarı çıkardılar.

Aşiretler, genç erkeklerinin askere alınması konusunda da şiddetle karşı çıkmış, bu durum 1937’de bir köyde on iki askerin öldürülmesiyle zirveye ulaşmıştı. 1939’da ise Serdeşt aşiretleri, silahsızlanmaya, askere alınmaya ve Avrupa tarzı kıyafetler giymeye karşı isyan etti. Kürtler arasındaki hoşnutsuzluğun bir başka nedeni, 1934’te başlayan ve ertesi yıl tüm resmi ilanlarda uygulamaya giren dil politikasıydı. Kürtçe lehçelerinin yasaklanması, Kürtlerin kültürel kimliklerini ciddi şekilde tehdit ediyordu. Rıza Şah’ın yönetimi, Kürt aşiretlerinin sosyal ve ekonomik yapılarının yok edilmesine yönelik çeşitli stratejiler uyguladı. Aşiretleri yerinden edip dağınık bir şekilde yerleştirerek örgütlenmelerini zayıflatmaya çalıştı. Ancak bu politika, Kürtleri daha da radikalleştirdi. Bazı Kürtler, yerinden edilme, sürgün edilme ve aşiretler arası dayanışmanın yasaklanmasıyla daha büyük bir direnişe geçtiler. 1930'ların sonlarına gelindiğinde, Kürtler ciddi şekilde sindirilmiş ve boyun eğmeye zorlanmıştı. Ancak Rıza Şah 1941’de tahttan çekildiğinde, Kürt aşiret liderleri ata topraklarına geri dönerek eski güçlerini yeniden inşa etmeye başladılar.

Rıza Şah’ın Kürtlere yönelik baskıcı politikaları, sadece yerel ekonomiyi değil, Kürtlerin sosyal yapısını da derinden etkiledi. Kürdistan’ın kenar bölgelerindeki kasabalar, aşiretlerin gıda sağlama ve diğer ekonomik faaliyetlerinden yararlanıyordu. Bu zorlamalar, Kürt aşiretlerinin yaşamını ciddi şekilde kötüleştirdi. Öte yandan, Kürtlerin yaşadığı bu zorluklar, bölgesel ilişkileri de etkiledi. 1937’de, İran, Irak ve Türkiye arasında Kürt muhalefetini bastırmak adına iş birliği yapılması kararlaştırıldı. Bu ülkeler, Kürt muhalefetini kontrol altına almak için birbirlerinin sınırlarında faaliyet gösteren Kürt grupları hedef almayı kabul ettiler. Temmuz 1937’de, Rıza Şah’ın Sadabad Sarayı’nda imzalanan bir anlaşma ile bu ülkeler mevcut sınırları tanımaya ve iyi komşuluk ilişkileri kurmaya yönelik taahhütte bulundular. Bu anlaşma, Kürtlerin isteklerini göz ardı eden bir devletlerarası iş birliği çerçevesinde, Kürtlerin bastırılması adına önemli bir gelişme olarak kayda geçti.


Kaynakça

  • 1.McDowall, D.(2024). Modern Kürt Tarihi(Muhammed Hizmetçi, Çev.). Aryen Yayınları. s. 605-606.