Osmanlı İmparatorluğu'nun geleneksel Kürt politikaları, I. Abdülhamid’in tahta çıkışıyla birlikte önemli bir değişim sürecine girmiştir. I. Abdülhamid, Kürt aşiretlerini Osmanlı Devleti’nin hizmetine çekmek amacıyla çeşitli politikalar uygulamış ve Kürt güçlerini devlet mekanizmasına yeniden kazandırmaya yönelik girişimlerde bulunmuştur. Bu doğrultuda, Osmanlı’nın merkezi otoriteyi güçlendirme çabaları kapsamında Kürt beyleri ve aileleri İstanbul’a getirilmiş, burada daha yakından denetlenmeleri ve devlete olan bağlılıklarının artırılması hedeflenmiştir. Bu süreç, Kürtlerin İstanbul’daki varlığının belirginleşmesine yol açmış ve şehirdeki Kürt nüfusunun artmasına katkı sağlamıştır. II. Abdülhamid dönemiyle birlikte Kürt politikalarında daha kapsamlı değişiklikler yaşanmış; Kürt beyleri ve ileri gelenleri, İstanbul’a davet edilerek ilişkiler sıkılaştırılmıştır. II. Abdülhamid, Kürt liderlerle birebir temas kurarak onları Osmanlı sistemine entegre etme stratejisini sürdürmüştür. Kürt beylerini kontrol altına almak ve devlete bağlılıklarını pekiştirmek amacıyla başkentte çeşitli görevlere atanmış, çocukları ise Osmanlı okullarında eğitilmiştir. Bu politika, Kürt liderlerinin Osmanlı Devleti'ne bağlı bir güç haline getirilmesi ve onların yardımıyla bölgedeki denge unsurlarının sağlanması düşüncesine dayanmaktadır. Bu çerçevede, II. Abdülhamid, Kürt ileri gelenlerinin çocuklarını devlet kademelerinde üst düzey pozisyonlara yerleştirerek onların sadakatini kazanmayı amaçlamıştır.
Bu girişimler, Ermeni nüfusunun Osmanlı otoritesine yönelik tehdit oluşturduğuna dair algıyla doğrudan ilişkilidir. Osmanlı yönetimi, Ermeni milliyetçiliğinin Rusya’nın müdahalesine fırsat verebileceği ve bir 'Truva atı' gibi kullanılabileceği endişesiyle Kürtleri kazanma politikasına yönelmiştir. II. Abdülhamid, Kürtlerin Osmanlı’ya bağlılığını artırmak adına onlara özel unvanlar ve hediyeler vermiş, ayrıca Ermeni tehditlerini önlemeyi hedefleyen Hamidiye Alayları’nı kurdurmuştur. Bu milis gücü, Osmanlı’nın doğu sınırlarında Rusya’nın Kürt aşiretlerini etkileme çabalarına bir yanıt olarak oluşturulmuş ve Kürtler sadık bir askeri güç olarak kullanılmaya çalışılmıştır. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, doğudaki Kürt bölgelerinde çeşitli iç ve dış tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Rusya, Osmanlı topraklarında etkisini genişletirken, Kürt aşiretlerini Osmanlı’ya karşı kullanma planları yapmıştır. Özellikle Diyarbakır, Musul ve Bağdat gibi stratejik öneme sahip bölgeler, Rusya’nın Kürtlerle kurduğu ilişkiler nedeniyle Osmanlı için hassas birer nokta haline gelmiştir. Osmanlı yönetimi ise bu tehditlere karşı koymak ve doğu sınırlarında denge sağlamak amacıyla Kürt aşiretlerini kendi sistemine entegre etmeye çalışmıştır.
Avrupa’nın büyük güçlerinin Kürt aşiretleriyle temas kurarak Osmanlı’nın doğusundaki politik dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaları, Osmanlı yönetiminde tedirginlik yaratmıştır. Bu duruma karşılık Osmanlı, Kürt aşiretlerini merkeze bağlayarak devlete sadık bir yerel güç haline getirmeyi amaçlamıştır. II. Abdülhamid, doğu bölgesindeki tehditlere karşı Kürt beyleriyle yakın ilişkiler kurmuş; onlara unvanlar ve hediyeler vererek bağlılıklarını pekiştirmiştir. Bu doğrultuda kurulan Hamidiye Alayları, Kürtlerin Osmanlı’ya entegrasyonunu sağlamak ve hem iç hem de dış tehditlere karşı kullanılmak üzere oluşturulmuştur. Bu birlikler, özellikle Ermeni tehditlerine karşı sadık bir Kürt gücü olarak Osmanlı savunma stratejisinde kilit bir rol oynamıştır. Osmanlı Devleti, Ermenileri, Rusya ile iş birliği yaparak imparatorluğun içişlerine müdahale edebilecek bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Ermeni milliyetçiliği, Osmanlı'nın iç güvenliği açısından temel bir tehlike olarak görülmüş; bu tehdide karşı reformist bir yönetim anlayışını ve güçlü bir orduyu tercih etmek yerine, Kürt aşiretleri silahlandırılarak devlete bağlı bir milis gücü oluşturulması yoluna gidilmiştir.
Hamidiye Alayları’nın temelleri, tarihsel olarak Roma İmparatorluğu’nun askeri politikalarına kadar uzanmaktadır. Romalılar, güçlü ve cesur olarak nitelendirdikleri bazı Germen kabilelerini örgütleyip birbirlerine karşı kullanmıştır. XVII. yüzyılda Avrupa devletleri de savaşlarda düzensiz birliklerden faydalanmıştır. Örneğin, Habsburg İmparatorluğu Veraset Savaşı sırasında 40.000, Yedi Yıl Savaşı’nda ise yaklaşık 80.000 Sırp-Hırvat asker barındıran 'Grenzer' birliğini kullanmıştır. Benzer şekilde, XIX. yüzyılda Rusya, Kazakları organize ederek iç güvenlik gücü olarak değerlendirmiş ve bu gruplara toprak ayrıcalıkları ile vergi muafiyeti gibi avantajlar sunarak onları devlete entegre etmiştir. Osmanlı’da ise Hamidiye Alayları, Sultan II. Abdülhamid döneminde benzer bir anlayışla kurulmuştur. Tanzimat döneminde aşiretlerin yerleşik hayata geçirilmesi planlanırken, II. Abdülhamid, aşiret liderlerini yanına çekerek onları birer milis kuvvetine dönüştürmeyi tercih etmiştir. Bu alaylar sayesinde Kürt aşiret reisleriyle doğrudan ilişkiler kurmuş, sadakatlerinin karşılığı olarak onlara para, silah ve çeşitli ayrıcalıklar vermiştir. Bu uygulama, Rusya’nın Kazak politikalarına benzer bir yapı olarak değerlendirilmektedir. Hamidiye Alayları’nın kuruluşu, 1891 yılında Şakir Paşa’nın önerisiyle gerçekleşmiş ve teşkilatın örgütlenmesinde sultanın damadı Zeki Paşa önemli bir rol üstlenmiştir. Bu alaylar, Kürt aşiretlerinden oluşturulmuş düzensiz birlikler olarak organize edilmiş ve görevleri arasında bölge güvenliğini sağlamak, eşkıyalıkla mücadele etmek ve gerektiğinde Osmanlı ordusuna destek vermek yer almıştır. Her bir alay, 600 ila 1150 kişiden oluşmuş ve aşiret liderleri, bu alayların komutanı olarak atanmıştır. Böylece Osmanlı merkezi otoritesi ile aşiretler arasındaki bağlar güçlendirilmiştir.
Hamidiye Alayları, Urfa, Diyarbekir ve Van gibi doğu illerinde kurulmuş ve zaman içinde Türkmen ve Arap gruplarını da bünyesine almıştır. Ancak Kürt aşiretlerinin baskın olması nedeniyle bu yapıya 'Kürt Alayları' denilmiştir. 1892’de 40, 1895’te 56 ve 1899’da 63 alaya ulaşan örgütlenme giderek genişlemiştir. Sultan II. Abdülhamid’in Kürt ve Arnavut liderlerle doğrudan kurduğu şahsi sadakat ilişkileri, bu teşkilatlanmada temel bir unsurdur. Sultan’ın, kendisine bağlı yerel bir güç oluşturma çabası, Kürtler arasında ona 'Kürtlerin Babası' unvanını kazandırmıştır. II. Abdülhamid’in politikalarının yerel otoritelerle ilişkileri güçlendirdiği ve bu ilişkilerin imparatorluğun doğusundaki istikrarı sağlama girişimlerine katkıda bulunduğu vurgulanmaktadır.Sonuç olarak, Hamidiye Alayları, Osmanlı Devleti’nin doğusundaki Kürt aşiretlerini askeri bir yapı altında toplama ve devlete bağlı hale getirme amacıyla kurulmuş, kökenleri farklı imparatorlukların askeri uygulamalarına dayanan bir teşkilattır.
Hamidiye Alayları, II. Abdülhamid döneminde Kürt aşiret reislerine askeri unvanlar ve silah temin edilerek kurulan bir örgütlenmeydi. Bu yapıya katılımda ekonomik kazanç elde etme, toplumsal statü kazanma ve bölgesel rekabetlerde üstünlük sağlama arzusu belirleyici rol oynamıştır. Alaylar, aşiret reislerine komutanlık yetkisi tanıyarak onların aşiret üzerindeki liderlik konumlarını daha da pekiştirmiştir. Böylece alaylara katılmayan veya rakip aşiretler karşısında güç kazanan liderler, Osmanlı’dan aldıkları imtiyazlarla geniş topraklara sahip olmuş ve bölgede feodal birer otorite haline gelmiştir.
Kürt aşiret liderleri, Hamidiye Alayları vasıtasıyla elde ettikleri ayrıcalıkları toplumsal ve ekonomik çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Ermeni ve Hristiyan toplulukların mülklerine el koyarak onların ekonomik koşullarını zorlaştırmışlardır. Bu baskılar, özellikle Ermeni köylülerini derinden etkilemiş ve birçok köylü, daha güvenli yaşam alanları arayışıyla Erzurum gibi şehirlere göç etmek zorunda kalmıştır. Bölgedeki Fransız konsolosları, Hamidiye Alayları'nın Hristiyan halka yönelik baskı, yağma ve zorbalıklarına dair raporlar hazırlamış; konsolosluk raporları, Osmanlı yönetiminin aşiret liderlerine geniş hareket özgürlüğü tanıyarak bu tür eylemlere göz yumduğunu ifade etmiştir. Bu politika, Osmanlı’nın Hristiyan nüfusu kontrol altında tutma ve doğudaki etkisini sürdürme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilmiştir.
Hamidiye Alayları, Kürt aşiretleriyle Osmanlı yönetimi arasında sıkı bir bağlılık oluştururken, aşiret yapısının devlete bağımlı bir ilişki geliştirmesine de yol açmıştır. Ancak bu yakın ilişki, aşiret reislerinin yerel otoritelere karşı daha bağımsız hareket etmelerine olanak sağlamıştır. II. Abdülhamid’e duydukları sadakat sayesinde bu liderler, merkezi yönetimle sıkı bağlar kurmalarına rağmen yerel düzeyde güçlü bir otoriteye dönüşmüş ve doğrudan Osmanlı yönetiminin bir parçası haline gelmiştir. Bu durum, merkeziyetçi idareye rağmen aşiret reislerinin yerel gücü kendi çıkarlarına kullanmalarına ve devlete bağlılıklarını sürdürerek otoritelerini pekiştirmelerine imkân tanımıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Yukarı Mezopotamya, Halep Vilayeti ve Suriye Vilayeti sınırları içerisinde yer alan Kürt Milan aşiret federasyonunun lideri ve aynı zamanda birkaç yarı askeri Hamidiye Alayının komutanıydı.İbrahim, köklü bir Kürt aşiret lideri olan Eyyub Beg’in soyundan gelmekteydi. Eyyub Beg, Viranşehir, Urfa, Mardin ve Diyarbakır’dan başlayarak günümüz Türkiye’sinin Dêrsim bölgesine kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan ve çoğunluğu Sünni Müslüman olup Kürtçenin Kurmanci lehçesini konuşan çok dinli bir aşiret federasyonunu yönetmiştir. Bu federasyonun etkinlik sahası günümüz Kuzey Irak’ındaki Ninova İli, Suriye’nin Halep ve Haseke (Cezire) illeri ile İran’ın Batı Azerbaycan bölgesine kadar uzanmaktaydı. Mısır Valisi İbrahim Paşa’nın Osmanlı Suriye’sine düzenlediği ilk askeri harekât sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgede gücü zayıflamış ve Milli aşireti Fırat Nehri’nin doğusunu ele geçirmişti. İbrahim Paşa, aynı zamanda Arap Şammar aşiretiyle sık sık karşı karşıya gelmiş ve bu aşireti Zergan Nehri kıyısında yenilgiye uğratmıştır. Tanzimat reformları dönemi (1839-1876) boyunca birçok Milli aşireti mensubu tutuklanmıştır.
1
2
İbrahim Paşa, 1863 yılında aşiret liderliğini devralmış ve Osmanlı Sarayı ile politik ilişkiler kurmuştur. 1891'de, Hamidiye alaylarının komutanı olarak albay rütbesiyle atanmıştır. İstanbul'a yaptığı bir ziyaret sırasında Paşa unvanı verilmiş ve Sultan II. Abdülhamid'in önde gelen destekçilerinden biri olmuştur. 19. yüzyılın sonlarına doğru, İbrahim Paşa, Osmanlı Hamidiye süvari birlikleri için her biri 500 ila 1150 kişi arasında değişen altı alay kurmuştu. 1897 Haziran'ında hastalanmış ve İsviçreli cerrah Josephina Theresia Zürcher tarafından tedavi edilmiştir.
3
1902 yılında İstanbul’a yaptığı bir ziyaret sırasında İbrahim Paşa, gerçek paşa rütbesine (Tuğgeneral) terfi ederek Viranşehir’deki otoritesini daha da güçlendirmiştir. Bu dönemde, özellikle Ermeniler ve Keldaniler gibi Hristiyan zanaatkârlar ve tüccarların bölgeye yerleşmesini teşvik etmiştir. 1895 yılında yaşanan ve Hamidiye Alayları’na mensup bazı paramiliter güçlerin gerçekleştirdiği, tarihe 'Hamidiye Katliamları' olarak geçen olaylar sırasında İbrahim Paşa’nın birçok Hristiyan’ı koruyarak hayatlarını kurtardığı belirtilmektedir.
4
1906 yılında İbrahim Paşa, Alman-Osmanlı ortak projesi olan Hicaz Demiryolu’nun güvenliğini sağlamak amacıyla Şam’a gitmiştir. Gücü ve nüfuzu artmaya devam eden İbrahim Paşa, 1907’de Diyarbakır’daki yerel ileri gelenlerle yaşadığı bir anlaşmazlık sonucunda şehri kuşatarak halkı kendisine vergi ödemeye zorlamıştır. Bu olaydan önce, Diyarbakır’ın temsilcileri İstanbul’daki Sultan’a bir telgraf göndererek İbrahim Paşa ve oğullarının 'eşkıyalık ve cinayetle askerlik onurundan feragat ettiklerini' belirterek askeri yetkilerinin iptal edilmesini talep etmişlerdir. Osmanlı yönetimi, meseleyi çözmek üzere Diyarbakır’a General Talat Paşa’yı özel elçi olarak göndermiştir. Talat Paşa, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli bir üyesi olmuştur.
5
1908'deki Jön Türk Devrimi sırasında, İbrahim Paşa, Şam'a giderek şehri Sultan için savunmuştur. 1909'da Diyarbakır bölgesine döndüğünde, Jön Türk hükümetinin güçleri tarafından zulme uğramış ve bölge üzerindeki doğrudan kontrolü yeniden sağlamak isteyenler tarafından takibe alınmış, kaçarken hayatını kaybetmiştir. Diğer kaynaklar, rakip aşiret üyelerinin onu takip ettiğini ve Nusaybin yakınlarında dizanteriden dolayı öldüğünü iddia etmektedir.
Mustafa Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Güneydoğu Anadolu’da nüfuz sahibi olan Miran aşiretinin lideriydi. Miran aşireti, köklü bir Kürt aşireti olarak bölgede derin bir etkiye sahipti. Osmanlılar, bu dönemde özellikle aşiret liderlerini yanına çekmeye çalışarak bölgedeki etkinliklerini sağlamlaştırmak istiyordu. Aşiretlerin desteği, Osmanlı Devleti için hem güvenliği sağlamak hem de yerel çatışmaları kontrol altında tutmak açısından önemliydi. Bu stratejinin bir parçası olarak Mustafa Paşa da Osmanlı yönetimiyle yakın ilişkiler kurmuştu. Mustafa Paşa'nın Hamidiye Alayları'ndaki yükselişi ve bölgedeki etkinliği, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kürt aşiret liderleriyle olan karmaşık ilişkilerini gözler önüne sermektedir. Miran aşireti lideri olarak, Osmanlı yönetimi tarafından Cizre bölgesindeki aşiretler üzerinde bir kontrol aracı olarak kullanılan Mustafa Paşa, aynı zamanda Hamidiye Alayları’nın kurucu üyelerinden biri olmuştur. Bu alaylar, II. Abdülhamid döneminde Kürt aşiretlerinden oluşturulan bir tür yerel milis gücüydü ve Kürt coğrafyasındaki aşiretleri Osmanlı yönetimine bağlama amacı güdüyordu.
İngiliz ve Fransız konsoloslarının raporlarına göre, Mustafa Paşa yerel halk üzerinde baskı kurmuş ve defalarca Hristiyan köylerine yönelik saldırılar düzenlemiştir. Örneğin, Fransız kaynaklar, Paşa'nın Hristiyan köylerine baskın yaparak yağmaladığını ve köyleri yakıp yıktığını belirtmektedir. Fransa'nın Diyarbakır'daki temsilcileri, Paşa'nın zulmüne dair sık sık merkezi yönetimi bilgilendirmiş ancak Osmanlı makamlarının bu şikayetlere karşı kayıtsız kaldığını rapor etmişlerdir. Bu kayıtsızlık, Hamidiye Alayları’nın denetim dışı kalmasına ve yerel halk arasında huzursuzluğun artmasına yol açmıştır. Abdurrahman Bedirhan'ın Kürdistan gazetesinde yazdığı eleştirilerde, Mustafa Paşa’nın, II. Abdülhamid'in gözde milis komutanlarından biri olması eleştirilmiştir. Bedirhan, onun 'çobanlıktan paşalığa yükselişini' hicvederek, Hamidiye Alayları’ndaki yozlaşmayı ve paşanın uyguladığı şiddet politikasını sorgulamıştır. Bedirhan’ın yazısında, Mustafa Paşa’nın 'Misto Keçelo' olarak bilindiği ve Osmanlı’dan aldığı paşa unvanının bölge halkına zulmetmek için bir araç haline geldiği belirtilmektedir.
1902 yılında, Mustafa Paşa, Bedirhan ailesinin müttefiki olan Muhammed Ağa tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Paşa'nın ölüm haberini memnuniyetle karşılayan Fransız yetkililer, bölgedeki aşiret çatışmalarının devlet tarafından etkin bir şekilde denetlenmediğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu olay, Hamidiye Alayları’nın yerel güç dengesini değiştiren bir unsur olarak Kürt coğrafyasındaki siyasi dinamikleri nasıl etkilediğine dair önemli bir örnek oluşturmaktadır
Hüseyin Paşa, Osmanlı-Fransa sınırında, Heyderan aşiretinin küçük reislerinden biri olarak faaliyet gösterirken, bölgedeki kötü şöhreti ve yasa dışı eylemleriyle dikkat çeken biriydi. 1880'lerin sonunda, bölgede çeşitli yağma ve talan olaylarına karıştığı için yetkililer tarafından aranmaya başlanmıştı. Ancak, kısa süre sonra Osmanlı Devleti'nin Hamidiye Alayları'na katılarak bir komutanlık alması, ona aşireti içinde büyük bir itibar kazandırdı. Bu gelişme, Hüseyin Paşa’nın gücünü arttırırken, bölgenin en güçlü figürlerinden biri olmasını sağladı. Bu dönemdeki yabancı gözlemcilerin raporlarına göre, Hüseyin Paşa alaylara katıldıktan sonra bölge halkında korku salarak, Ermeni ve Müslüman fark etmeksizin herkesin üzerinde etkili bir dehşet oluşturmuştu. Hüseyin Paşa, Hamidiye Alayları’nda 25. süvari alayı komutanı olarak görev aldı ve bölgede eşkıyalık yapan en etkili aşiret reislerinden biri olarak tanındı. Yolları kesip soygunlar yapan Hüseyin Paşa, aynı zamanda Karapapak aşiretini haraca bağlayıp onlara eziyet ediyordu. Karapapak aşiret lideri, bu baskılar nedeniyle Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’e telgraf çekerek Hüseyin Paşa’yı şikayet etmişti. Telgrafta, Hüseyin Paşa’nın, Sultan’a yapılan dualarda kendi adının zikredilmesini istediği bile iddia edilmişti. Erzurum’daki aşiretler arasında yaşanan bu çatışmalar kronikleşmiş bir hale gelmişti.
1896’da Fransız konsolosunun bildirdiğine göre, Hüseyin Paşa, hırsızlık, yağma ve cinayet gibi suçlarla birkaç defa tutuklanıp Beyazıt’ta hapsedilmiş ancak zenginliği sayesinde kısa sürede serbest kalmayı başarmıştı. İngiliz konsolosunun 1903 yılında yaptığı gözlemlere göre, bölgede hükümetin temsilcisi gibi hareket eden Hüseyin Paşa, bölgedeki tüm davalara kendisi bakıyordu ve halk, kadıya gitmek yerine sorunlarını ona getiriyordu. Merkezi iktidarın desteğini arkasına alan Hüseyin Paşa, bölgede hem Kürt hem de Ermeni köylerine el koyarak geniş bir arazi sahibi oldu. Van’daki İngiliz konsolosunun raporuna göre ise Hüseyin Paşa, bu dönemde Ermeni köylerinden vergi toplamaya başlamıştı.Hamidiye Alayları sayesinde bölgede büyük bir güç kazanan Hüseyin Paşa, Ermenilere karşı ciddi şiddet olaylarına karışmış ve bu olaylar nedeniyle bölgede tanınır hale gelmişti. 1894-96 yılları arasında, Sason'daki Ermeni isyanını bastırmak üzere görevlendirildiğinde, Hüseyin Paşa’nın adı bu baskıların en ön saflarında yer alıyordu. 1897'de ise Van'daki Rus konsolos yardımcısı, Hüseyin Paşa’nın aslında bazı Ermeni köylerini yağmadan kurtardığını iddia ediyordu. 1908 yılında Kanun-i Esasi’nin tekrar yürürlüğe konması ve Osmanlı Devleti’nde yeni bir yönetimin kurulması, Hüseyin Paşa’da bir tedirginlik yarattı. Bu dönemde, aşireti ve kendisi için tehdit hissetmeye başlayan Hüseyin Paşa, yanında değer verdiği hayvanlarıyla birlikte İran’a sığınarak Osmanlı topraklarından ayrıldı.
6
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Hamidiye Alayları, İttihat ve Terakki yönetiminin merkeziyetçi politikaları doğrultusunda sınırlandırılmaya başlandı. İttihat ve Terakki’nin bu alayları düzenli ordu kontrolü altına alma çabası, aşiretlerin devlet üzerindeki nüfuzunu azaltma isteğinden kaynaklanıyordu.
7
Hamidiye Alayları, özellikle Abdülhamid döneminde, Osmanlı yönetiminin Kürt aşiretleri aracılığıyla Ermeni isyanlarına karşı koymak için kurduğu paramiliter yapılardı. Ancak, II. Abdülhamid sonrası dönemde İttihat ve Terakki, Hamidiye Alayları'nın bu özerk yapısını tehdit olarak görmeye başladı.
8
Bu yeni yönetimle birlikte, Hamidiye Alayları'nın faaliyetleri büyük ölçüde kısıtlandı ve yerini orduya daha bağlı, denetim altında bir yapı aldı. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında alaylar Osmanlı ordusunun içinde yeniden düzenlenmiş olsa da, Kürt aşiretlerinin bağımsız hareket etme eğilimleri nedeniyle merkezi otoriteye tam uyum sağlayamadılar.
9
Ayrıca, savaş sırasında bazı aşiretler kendi çıkarlarını gözetmeyi ön plana aldı ve Osmanlı yönetimine karşı özerklik taleplerini daha sık dile getirmeye başladı.
10
İttihat ve Terakki yönetiminin aşiretleri sıkı denetim altında tutma politikası, aşiretlerin Osmanlı yönetimine duyduğu bağlılığı zayıflattı. Hamidiye Alayları'nın ortadan kaldırılması ile aşiretlerin geleneksel liderlik yapıları güç kaybetmeye başladı ve bağımsız hareket etme eğilimleri arttı.
11
Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkması ve savaş sonrası iç karışıklıklar da Kürt aşiretlerinin merkezi yönetimle ilişkilerini yeniden şekillendirdi; bazı aşiretler bu dönemde özerklik veya bağımsızlık talebiyle Osmanlı yönetimine açıkça muhalefet etmeye başladı.
12