Daha Fazla

Osmanlı Kürdistanı’nın Bölünmesi


1918'de Türk kuvvetlerinin Suriye ve Mezopotamya'da yenilmesiyle Ortadoğu haritasının yeniden şekillendirilmesi kaçınılmaz hale geldi. Bu yeni sınırların ilk işaretleri, savaş sona ermeden önce Osmanlı'nın Arap topraklarının geleceği hakkında yapılan Hüseyin-McMahon yazışmalarıyla verildi. Ardından Kasım 1917’de Bolşevikler, Anadolu’nun büyük bölümünü Türk kontrolünden çıkarmayı öneren Sykes-Picot Antlaşması'nın (Mayıs 1916) detaylarını açıkladılar. Bu antlaşma, Rusya'nın İstanbul, Boğazlar ve Doğu vilayetlerini, İtalya'nın ise Güneybatı Anadolu’yu almasını öngörüyordu. Yunanistan da İzmir çevresindeki bölgeyle işbirliği yapacaktı. Bolşevikler, bu tür emperyalist entrikaları ifşa etmek dışında başka bir amacı gütmüyordu. Anlaşmanın detaylarının ortaya çıkması üzerine İngiliz ve Fransız güçler, Rusya'nın geri çekilmesinden doğan boşluğu hızla doldurdular ve Kazakistan, Kafkasya, Ermenistan, Gürcistan, Kürdistan gibi bölgeleri İngiltere’ye nüfuz alanları olarak verdiler.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson, barış anlaşmasını daha yüksek bir ahlaki temele oturtma amacıyla Ocak 1918'de 'On Dört Nokta' adlı bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın on ikinci maddesi şu şekildeydi: 'Mevcut Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk kısımlarına güvenli bir egemenlik hakkı güvence altına alınmalı, ancak Türk yönetimi altındaki diğer milletlere yaşam güvenliği sağlanmalı ve kesinlikle rahatsız edilmeden özerk gelişim fırsatı verilmelidir.' Ancak, bu güvence Türklerin korkularını yatıştırmadı, çünkü Türk topraklarını zorla güvence altına alanlar, On Dört Nokta'dan bağımsız olarak bu topraklardan vazgeçmeyi düşünmüyordu. Müttefiklerin geniş kapsamlı bölgesel hedefleri olduğu açıktı, ancak bunların ne olacağı henüz belirsizdi. Rusya'nın zaferin meyvelerini toplayamaması, ancak ABD'nin savaşın içinde olması durumu değiştirdi. Özellikle Amerika'nın Ermenistan'a olan ilgisi, Müttefikler arasında yeni görüşmelerin yapılmasını zorunlu kıldı. Türkler için en önemli mesele, kaybedebilecekleri toprakların miktarını minimuma indirmekti. Osmanlı yöneticileri, yalnızca Müttefik galip devletlerle işbirliği yaparak bu enkazdan bir şeyler kurtarılabileceği konusunda fikir birliği içindeydiler. Doğu vilayetlerinin kaybı, Osmanlılar için büyük bir endişe kaynağıydı ve Kürt iddialarına karşı caydırıcı önlemler almak zorunlu görülüyordu. Ermeniler de kendi konumlarını belirsiz buldular. Müttefiklerin desteğine rağmen, Ermeni devleti kurma çabaları kendi başlarına başarılı olamayacakları bir durumdaydı. Sykes-Picot Antlaşması, Anadolu'daki toprakları Rus ve Fransız etki alanları arasında paylaşmayı öngörüyordu ve bu durum Ermeniler için büyük endişe kaynağıydı. Fransızların Kilikya (Küçük Ermenistan) üzerindeki iddialarından vazgeçmeye dair bir işaret yoktu, bu nedenle kurulacak bir Ermenistan’ın büyük ihtimalle bölünmüş olacağı düşünülüyordu.

Sykes-Picot’dan haberdar olan az sayıdaki Kürt, kendilerinin de birkaç farklı etki alanına bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşündüler: İngiliz nüfuzu, Fransız etkisi ve doğrudan Fransız yönetimi altındaki bir bölge. Bu bölgeler arasında, İran sınırından kuzeye, Ranya ve Rewandiz’den Bitlis, Van, Karadeniz ve Erzincan’a kadar uzanan topraklar yer alıyordu. Kürtler, bu belirsiz ortamda geleceklerinden emin olamayacaklardı ve bazıları, Müttefiklerin Ermeni Soykırımı'ndaki rollerinden dolayı misilleme yapmalarından endişe ediyorlardı. Türkler, Kürtler ve Ermeniler büyük bir belirsizlikle karşı karşıyayken, bu süreç yalnızca onlar için değil, büyük güçler için de zorlu bir dönemdeydi. Zaferin doruğa çıktığı anlarda, büyük güçlerin savaşta olduğu gibi barışı da kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirecekleri kesindi. Savaşın sonuçları, özellikle Kürt bölgelerinin geleceği üzerinde büyük etkiler yaratacak, bu da galip devletler ve mağlup devletler arasındaki müzakerelere bağlı olacaktı. Britanya için Kürdistan Sorunu, öncelikli olarak büyük Suriye ve Mezopotamya gibi ana çıkar alanlarına göre daha az önemliydi. Ancak Mezopotamya'daki stratejik konum, Kürdistan’ın kaderini de etkileyen bir faktör olacaktı. Ekim 1918'de Bağdat'taki İngiliz subayları, Mezopotamya'nın siyasi ve ekonomik geleceğinin büyük ölçüde Musul vilayetinin dahil edilmesiyle şekilleneceğini kabul ettiler. Askerî açıdan, bu durum İngiltere'ye bölgeyi çevreleyen etekleri kontrol etme imkânı verecekti. Ekonomik açıdan ise Musul, Bağdat ve Basra arasındaki ticari entegrasyon oldukça önemliydi. Ayrıca, Mezopotamya Ovası'nın kenarındaki Türkmen vilayetleri, özellikle Erbil ve Kerkük, buğday üretimi açısından bölgenin en zengin alanlarıydı. Bu nedenle, Musul’un Mezopotamya'ya dahil edilmesi savunulan diğer bir görüş olarak öne çıktı. İngiltere, Musul’un Fransız kontrolüne girmesini istemedi ve bu kararı savaş devam ederken aldı.

Bağdat’ta, Kuzey Mezopotamya’nın barışı ve refahının doğrudan sınırın kuzeyine bağlı olacağı kabul edildi. Ayrıca, Doğu Anadolu'da kurulması planlanan bir Ermeni devleti ile Kürdistan'daki barış ortamının birbirine bağlı olacağı gerçeği de benimsendi. İngiltere, Kürdistan'ın geleceğini belirlemede ABD, Fransa ya da Türkiye'ye göre daha güçlü bir konumda görünüyordu. Bu durum, İngiltere'nin Suriye, Mezopotamya, Güney Kürdistan ve İstanbul çevresindeki Boğazlar Bölgesi'ni işgal etmesiyle sağlanmıştı. Londra'da, sınırları yeniden çizmek konusunda cesur bir yaklaşım sergileniyordu. Dışişleri Bakanlığı'ndan Arnold Toynbee, Sir Mark Sykes’a, Arapların yönetimi altında birleşik bir Mezopotamya olursa, bunun doğal sonucu olarak Hindistan’daki NW Frontier eyaletinin işlevini üstlenecek özerk bir Kürdistan kurulmasını önerdi. Toynbee’nin önerdiği Kürdistan, sadece Aşağı Zap’ın güneyindeki bölgeyi değil, aynı zamanda Ermeni sınır hattına kadar olan Rewandiz, Hakkâri ve Botan bölgelerini de kapsayacaktı. Toynbee, Tiyarê ve Urmiye'deki Süryanilerin eski konumlarına getirilmesi konusundaki kaygılarını da dile getirdi. Bunun yanı sıra, İran’a bağlı bir Kürdistan önerisini de gündeme getirdi. Ancak bu öneri, Sykes-Picot Antlaşması'ndaki maddelerle uyumsuz olduğu için reddedildi. Diğer yandan, Fransız vesayeti altındaki bir Kilikya Ermenistanı, Karadeniz’den Siirt ve Urfa’ya kadar bir Kürt-Ermenistanı oluşturulması ve Kerkük, Altmköprü ve Erbil hariç, Türkmen nüfusun yoğun olduğu topraklar ile özerk bir Güney Kürdistan fikri tercih edilmiştir. Bu öneriler, Siirt’ten Urmiye’ye kadar olan bölgeyi de kapsıyordu.


Kürdistan'da Stratejik Sınırların Oluşturulması

İngiltere, Güney Kürdistan'da, Türkiye'nin etkisi altındaki bazı aşiret reisleriyle ilişkiler kurmuştu. General Maude'nin Mart 1917'de Bağdat'ı ele geçirmesinin ardından, İngiltere, Kürtleri Arap egemenliğine dahil etme planlarına karşı Kürt aşiret reisleriyle temaslara başladı. Mayıs 1917'de İngiliz yetkililer, Tuzhurmatu, Kerkük ve Süleymaniye'deki aşiret reisleriyle ilişki kurdu. Süleymaniye'de, Şeyh Mahmud Barzencî liderliğinde, İngilizlerle dostane bir politika benimseyecek geçici bir Kürt Hükümeti kurma kararı alındı. Bağdat'taki İngiliz yetkilileri, Şeyh Mahmud Berzincî'den, sadece Süleymaniye bölgesinde değil, İran’daki Sine’ye kadar tüm Kürtleri temsil ettiğini iddia ederek, hükümetin kontrolünü devralma teklifinde bulundular. Ancak, İngiliz birliklerinin 1917 yazında bölgeden çekilmesi nedeniyle bu temaslar kesildi, ancak yıl sonunda yeniden temaslar kuruldu. Ateşkesin ilan edilmesinin ardından, İngiltere, Mezopotamya’nın kenar mahallelerindeki Kürt aşiretleriyle ilişkilerini düzenlemeye çalıştı. Binbaşı Noel, İran Kürdistanı'ndaki dört yıllık deneyimini kullanarak, birleşik bir Kürdistan'ı desteklemeyeceklerini ve İran’daki bazı bölgeleri kapsamayacağını belirtti. Seyh Mahmud, Kürtler için önde gelen liderdi ancak tüm Kürtler için tek bir lider belirlenmemişti. Aşiretler, Britanya'nın yardımını kabul etme ya da reddetme konusunda belirsizdi. İngiliz-Fransız Deklarasyonu, yerel halkların inisiyatifine dayalı ulusal hükümetlerin kurulmasını öngörüyordu. Güney Kürdistan’ın Mezopotamya’ya bağlanması, Kürtlerin kendi kaderini tayin etmelerinden ziyade, Mezopotamya'nın varlığını sürdürmesini amaçlıyordu.

Sykes-Picot Antlaşması, bölgedeki Fransız ve İngiliz etkilerini belirlemişti. Ancak, İran sınırına yakın bölgeler hakkında herhangi bir hüküm içermiyordu. Bu durum, ekonomik coğrafya ve ticaret yolları açısından karmaşık bir sınır ayrımına yol açtı. İngiltere, Musul vilayetinin kaderini Fransa ile bir anlaşma sağlanana kadar tek taraflı olarak belirlemedi. Musul'un kuzeyindeki sorunlara yaklaşım, Fransa ile anlaşmanın sağlanmasına bağlıydı. Bu anlaşma, 1920 baharında Lloyd George ve Clemenceau arasında yapılan geçici bir anlaşmayla resmiyet kazandı. Bölgedeki Hristiyan nüfus, Kürtler için bir endişe kaynağıydı. Türk ajanlarının faaliyetleri, Kürtleri gelecekteki özerklik fırsatından mahrum bırakma amaçlıydı. Paris'teki sürgün General Şerif Paşa, Türklerin Kürt-Ermeni ilişkilerini zedelemeye yönelik hareketler içinde olduğunu İngiltere'ye bildirdi. Ayrıca, Fransa'nın Kürtlere yönelik tutumu, Katolik Kürt nüfusunu kayırma eğilimindeydi. İngiltere, Mezopotamya'nın kuzeyindeki siyasi varlık için sınır belirleme sorunuyla karşı karşıyaydı. Ermeni varlığının olası etkileri nedeniyle, İngiltere'nin Ermeni devleti ile İngiliz bölgesi arasında istikrarsız bir bölge yaratmaktan kaçınmak istiyordu. Bir Kürt Konfederasyonu önerisi teorik olarak düşünülse de, gerçek sorunlar, sınırların belirlenmesinde ve tampon bölgenin oluşturulmasında vardı Mezopotamya'nın kuzey sınırına dair çeşitli seçenekler tartışıldı. Binbaşı Noel, Süleymaniye merkezli bir Kürt yönetimi önerdi ve Güney, Orta ve Batı Kürdistan'ı kapsayan üçlü bir yönetim tasarısı sundu. Bu bölgeler, İngiliz koruması ve tavsiyeleriyle şekillenecekti. Londra ve Kahire, Kürtlerden tamamen çekilme ve sadece Mezopotamya ovalarını koruma önerisini benimsedi. Sınırın, Kürt dağlarında belirlenmesi gerektiği ifade edildi.


İngiltere ve Türkiye Arasındaki Kürt Sorunu

Musul vilayetinin kuzeyinde çözülmesi gereken en önemli sorun, uygun Kürt liderlerin bulunmasıydı. Bu sorunun çözülmesi zordu çünkü Kürt liderlerin çoğu birbirlerinden farklı eğilimler gösteriyordu. İlk temas, 1908'de Kürt partisinin eski üyesi General Muhammed Şerif Paşa ile kurulmuştu. Şerif Paşa, Osmanlı devletiyle sadık kalmak isteyen ancak liberal ve adem-i merkeziyetçi eğilimleri olan bir liderdi. 1909'daki sürgününden sonra, Osmanlı'daki etkinliğini sürdürmek için fırsatlar aramıştı. Ancak, 1919'da Kürt meselesine olan ilgisi arttı ve İngiltere ile daha yakın ilişkiler kurdu. 1919 Mayıs'ında Paris'teki İngiliz büyükelçiliğine başvurup, Kürdistan Emirliği kurma ve federal bir şefler konseyine başkanlık etme isteğini belirtti. Ancak, Şerif Paşa'nın Kürtler arasında desteği yoktu ve yaşlanan Şerif Paşa, İngiliz yetkilileri tarafından ciddi olarak alınmadı. Aynı dönemde, Şeyh Mahmud Berzenci, Güney Kürdistan'dan bir lider olarak öne çıkıyordu ve İngilizlerle işbirliği yapıyordu. Şerif Paşa'nın, Ermenilerle karşılıklı vahşetler gerçekleştiren Kürtlerle nasıl otoriter bir şekilde konuşabildiği belirsizdi. Ayrıca, Şerif Paşa'nın, Osmanlı'nın adem-i merkeziyetçilik fikirlerini savunması ile Kürdistan'ın bağımsızlık ya da özerklik hedefleri arasındaki tutarsızlık dikkat çekiciydi.

Ocak 1919'da, Kahire'deki bir 'Kürt Bağımsızlık Komitesi', İngiltere'den Kürt devleti kurmak için yardım talebinde bulundu. Ancak bu girişim, Kürdistan halkını temsil etmeyen, sürgündeki bir grup göçmen tarafından gerçekleştirilen ciddiye alınmayan bir girişimdi. Kürdistan'da, Seyh Mahmud Berzenci'nin en belirgin lider adayı olduğu ancak komşu bölgelerde kabul edilmediği görüldü. Süleymaniye'den Kürtistan liderliğini talep eden Berzenci, çevresindeki aşiretler tarafından reddedildi. Bu dönemde, önde gelen Kadirî ve Nakşibendî Kürt şeyhleri de kendi bölgelerindeki liderlerine bağlılık gösterdi. Nehrili Şeyh Taha, entelektüel bir lider olarak tanınıyordu. Savaşın büyük kısmını Rusya'nın elinde esir olarak geçirmişti. Savaş sonrası, destekçi tabanı erimiş ve Urmiye'nin batısındaki İran'da bağımsızlık kuran Şikak’ın lideri Simko Ağa ile ortak amaç edinmişti. Taha, 1919 Nisan'ında Bağdat'ta Kürtlerin lideri olma umuduyla yetkililerle görüşmeyi hedefliyordu. Birleşik Kürdistan fikrini savunmuş, kişisel nedenleri de bu görüşünü desteklemiştir. Şemzînan ile Urmiye arasındaki ekonomik bağımlılık ve Simko ile kurduğu ilişki, Taha'nın politikalarını şekillendirmiştir. 1918'de bazı Kürt reisleri İngiliz himayesinde bağımsız Kürdistan fikrini tartışmış, ancak bu öneri ciddi karşılık bulmamıştır. Taha'nın Bağdat ve Londra'dan gelen İngiliz teklifini reddetmesinin nedeni, Simko ve diğer Kürt liderlerinden destek almadan bu pozisyonda güvenilir olamayacağıydı. Bu dönemde, Şeyh Abdülkadir’in İngiliz himayesinde Kürdistan’a gelebileceğini öğrenen Taha, Türkler ile ilişki kurmaya başlamıştır. Botan'daki Mahmud, güçlü bir milliyetçi lider olarak Türk hareketine katılmayı seçmiştir.

İstanbul'daki Kürtler de, Osmanlı hükümetiyle müzakere etmek ve İngiliz Yüksek Komiserliği'ne tekliflerde bulunmak için aktifti. Seyh Abdülkadir ve Bedirxan ailesi, 1918'de Kürt Kulübü’nü yeniden kurarak milliyetçi hareketi güçlendirmiştir. Bu hareket, taşra ve aşiretlerden geniş bir katılım sağlamıştır. Ancak, Kürt Kulübü'nün liderliğini üstlenen Şeyh Abdülkadir’in İstanbul dışındaki etkinliği sınırlıydı. İngilizler, Kürt Kulübü ve diğer Kürt hareketleriyle ilgili zorluklarla karşılaşmıştı. Şeyh Abdülkadir'in liderliğini sorgulayan Kürtler, Kürt devletinin kurulması konusunda kararsızlık yaşamışlardır. İngiltere, Kürt devletinin kurulabilirliğini tartışırken, Fransızların tepkisini çekmek istememiştir. Bölünmüş bir Kürdistan, İngiltere'nin her iki parçasını da koruyarak yönetmesi durumunda tolere edilebilirdi. 1919 baharında, Kürt milliyetçileri, Müttefiklerin Doğu Anadolu'yu, özellikle Erzurum ve Trabzon vilayetlerinde bir Ermeni devleti, Bitlis, Van, Diyarbakır ve Elazığ gibi Kürt vilayetlerinde ise bir Kürt devleti kurmayı düşündüklerinin farkındaydılar. Ancak Müttefikler, bölgeyi işgal etmeyi planlamadıkları için, Kürtlerin Osmanlı hükümetiyle olan bağlarını koparmaları aceleci bir adım gibi görünebilirdi. Özellikle Şeyh Abdülkadir, Nakşibendî tarikatından gelen eğitimle Osmanlı ile bağlarını koparmaktan çekiniyor ve Kürtleri imparatorluk içinde tutmanın gerekliliğini fark ediyordu. Kürt Kulübü’nün üyeleri, Osmanlı'nı kaybetmekten korkarak, çoğunlukla bir ayağını Kürt hareketinde, diğer ayağını ise Osmanlı İslam düzeninde tutuyordu. Bu içsel çelişki, Kürt liderlerinin hem Kürt milliyetçiliği hem de Osmanlı devletinin bir parçası olma arzusunu gösteriyor. Aynı dönemde, Osmanlı hükümeti, Kürtleri kendi tarafında tutmak için çeşitli adımlar attı. Aralık 1918'de, 'Doğu İlleri Müdafaa Cemiyeti' kurularak, Kürtlerin sadakatini kazanmak amacıyla çeşitli girişimlerde bulunuldu. Süleyman Nazif, bu dönemde Kürt Kulübü'nün liderliğini üstlenmiş ve Türk-Kürt bağımsızlık hareketini savunmuştu.

1919 yılı başlarında, İttihat ve Terakki'nin, Kürtlerin sadakatini kazanmak için çeşitli yerel gruplar kurduğu ve bu gruplar aracılığıyla Kürtleri Türk milliyetçi hareketine dahil etmeye çalıştığı görülmüştür. İttihat ve Terakki, Kürtleri yeni kurulan Türk partilerine, hatta milliyetçi Türk Ocağı'na katılmaya teşvik ediyordu. Kürtlerin milliyetçi hareketinin yanı sıra, hükümetin bu tür bir girişimi, Kürtlerin Türk yönetimine daha yakın bir tutum almasına yol açmayı hedefliyordu. Bu dönemde, Şeyh Abdülkadir de Osmanlı hükümetinin dikkatini çeken önemli bir liderdi. Mart 1919’da Damat Ferit Paşa'nın hükümetine davet edilmiş, Kürtlerin kendi işlerinde daha fazla kontrol sahibi olmalarını savunmuş ve Kürtler için vali atanacağına dair sözler almıştır. Ancak bu vaatler, İngilizlerin gözaltında bir yönetim önerisini de gündeme getirmişti, bu da Osmanlı hükümetinin şüphelerine yol açmıştır. Sonuç olarak, İngilizler, Türk birliklerini Kürt vilayetlerinden çekmeyi ve Şeyh Abdülkadir’in liderliğindeki Kürtlerin, bölgedeki valilik görevlerini üstlenmesini sağlamayı planlamışlardır. Bu süreç, Kürtler için hem bağımsızlık arzusunu hem de Osmanlı ile olan bağlantıları sürdürme çabalarını ortaya koymaktadır.


Kürtlerin Yıkılan Umutları

1919 baharında Kürtler arasında üç farklı siyasi düşünce vardı: Türk yanlıları, Müttefikler yanlısı olanlar ve bağımsızlık isteyen Dêrsim Kürtleri. Bu eğilimler arasında belirgin bir ayrım yoktu, pek çok Kürt, bir ideolojiye sıkı sıkıya bağlanmak yerine, durumu değerlendirerek daha esnek bir tutum benimsemişti. Ancak, 1919'un Mayıs ayında meydana gelen iki gelişme, Kürtlerin Doğu Anadolu'da özerklik veya bağımsızlık elde etme umutlarını sona erdirdi. İlk olarak, Müttefikler tarafından desteklenen Yunanlılar İzmir'e çıkarma yaptı, ardından İtalyanlar Antalya'ya asker gönderdi. Bu askerî hareketler, Anadolu'nun Müslüman nüfusu için büyük bir tehdit olarak algılandı ve Kürtler, Hristiyan tehlikesine karşı birleşme eğilimindeydi. Bu dönemde, Kürtlerin Hristiyanlara karşı duyduğu hassasiyet, milliyetçilik hareketlerinin önüne geçti. Osmanlı hükümeti, pan-İslamcı dayanışma ile Kürtleri, Ermeni tehdidine karşı birleştirme çabalarına hız verdi. Bu süreçte, Kürt Kulübü'nün ve benzer hareketlerin kapatılması gerekçesiyle, Kürtlerin ulusal hareketlerini zayıflatmak için Türk hükümetinin baskıları arttı. Bu dönemde özellikle Diyarbakır Kulübü gibi Kürt dernekleri kapatıldı ve liderleri tutuklandı.

Kürtler, İstanbul'da büyük bir baskı altında kalırken, Yunan ve İtalyan işgali ile başlayan bu süreç, Müttefikler'in Ermenistan'ı yeniden kurma çabalarını da hızlandırdı. Bu gelişmeler, Kürtlerin, Türk hükümetine karşı bağımsızlık mücadelesi veren hareketlerle çalışmak ve özerklik taleplerini reddetmekle suçlanmasına yol açtı. Bu ortamda, Şeyh Abdülkadir gibi Kürt liderleri de siyasi olarak sıkıştırıldı. Mayıs 1919'da, Mustafa Kemal Samsun'a geldi ve Müttefiklerin baskısıyla görevlendirilmiş olsa da, Anadolu'nun Türk egemenliğinde kalması için halkın direnişini organize etmeye başladı. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihlerinde Erzurum'da toplanan Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, altı Doğu vilayetinin Osmanlı topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu ilan etti ve Hristiyanlara verilen her türlü ayrıcalığı reddetti. Bu dönemde, Kürtler de Türklerin yanında yer alarak, Ermeni devletinin kurulmasına karşı çıktılar. Sonuç olarak, Kürtlerin, Doğu Anadolu'nun bir Ermeni devletine teslim edilmesi yönündeki tehdidi reddetmesi, aynı zamanda Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü koruma isteğiyle birleşmişti. Bu dönemde, Kürtler, Türk milliyetçiliğiyle birleşme yolunda önemli bir adım attılar ve Mustafa Kemal'e destek verdiler.


Noel'in Misyonu

Binbaşı Noel ve Emin Ali Bedirxan’ın iki oğlu Celadet ve Kamuran Ali’nin Türkiye Kürdistanı’na yapacağı ziyaret, Osmanlı Hükümeti tarafından desteklendi. Bu ziyaretin fikri Bağdat’ta Noel ve Wilson tarafından ortaya atılmıştı. İngiliz siyasi danışmanı J.B. Hohler, Noel’in Kürtleri destekleme konusunda coşkulu olduğunu belirtti ve Noel’in bir Kürt Albay Lawrenceı'na dönüşebileceği uyarısında bulundu. Hohler, Noel’in Musul vilayetinin kuzeyindeki reisleri, bu dönemde sessiz kalmaya ikna etmek için çaba gösterdi. Noel, Kürtlerin geleceğiyle ilgili herhangi bir söz vermediğini belirtti. Noel, İstanbul’a geldiğinde Kürtleri desteklemek için çalışırken, Türklerin Pan-İslamist propagandasına ve Kürtleri karşılarına döndürme çabalarına karşı çıkmayı amaçladığını söyledi. Ancak bu dönemde, Kürtler ve Türkler arasında İngiltere’nin Güneydoğu Anadolu üzerindeki planlarına dair bir inanç vardı. Noel, Diyarbakır Valisi olarak Emin Ali Bedirxan'ı atayarak, Türkiye'nin bölgedeki hakimiyetini zayıflatmayı ve İngiliz nüfuzunu güçlendirmeyi hedefledi.

Noel’in İstanbul’daki misyonu, Barış Konferansı'nda Kürt devleti kurulmasının tartışılmasını sağlamayı amaçlıyordu. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, Halep’te Kamuran ve Celadet Bedirxan ile görüştü ve Malatya’ya gitti. Antep ve Malatya’daki Kürtler, ağırlıklı olarak Aleviydi ve bu yüzden Türk saltanatına karşıydılar. Mardin ve Diyarbakır’dan farklı olarak bu bölgelerde Ermeni tehdidi yoktu. Mustafa Kemal, Bedirxanların yaklaşan ziyaretini ve amacını temmuz başında öğrenmişti. Bu ziyaretin ardından, Kürtlerin ayrılıkçı bir hareket başlatmalarını engellemek amacıyla yerel güçlere talimat verdi. 3 Eylül’de Malatya’ya varan Noel, Sivas Kongresi’nin devam etmekte olduğunu öğrendi. Eylül ayında Ferit Paşa, Sivas Kongresi’ni basmak ve delegeleri tutuklamak için bazı Kürt süvarilerini toplamak üzere görevlendirilen Kamuran ve Celadet Bedirxan’ın amcası Mutasarrıf Halil Bedirxan ile temas kurdu. Kemal, Noel’in misyonunu Kürtleri ayaklandırma ve bağımsız bir Kürdistan vaat ederek Türk hükümetine karşı kışkırtma amacı güdüyordu. Noel ve meslektaşları, bu amaçlarının ortaya çıkması üzerine Suriyeye çekilmek zorunda kaldılar. Mustafa Kemal ve meslektaşları, Noel’in misyonunu propaganda aracı olarak kullandı. Doğu Anadolu’daki Kürtler, Kafkasya'daki Ermeni operasyonlarından sonra endişeliydi. Ermeni güçleri, Ağrı ve Doğu Beyazıt arasında Kürt köylerini yerle bir etmişti. Noel’in misyonu, İstanbul’daki İngiliz ve Ferit Paşa hükümetinin gizli antlaşmalarını desteklemek amacıyla kullanıldı.


Kürdistan ve Türk Ulusal Hareketi

Mustafa Kemal, Eylül ayında İstanbul'daki hükümetin yasa dışı bir zorbalık olduğunu ve Paris delegasyonunun ulusu temsil etmediğini bildirdi. Bir ay sonra Ferit Paşa, Mustafa Kemal'in ilerleyişini durduramayınca istifa etti ve yerine milliyetçi Ali Rıza geçti. Sonbaharda Kürtler, Kürt Demokrat Partisi'nin tescilinin reddedilmesiyle gerginliği hissetmeye başladı. Bazı Kürtler vatana ihanet suçlamalarıyla tutuklandı ve idama mahkûm edildi. İstanbul'daki bazı Kürt milliyetçileri hala İngiltere'ye bağlıydı. Başarısız Noel misyonu ve Kemalistlerin başarısı, Kürdistan Teali Cemiyeti üyelerinin güvenlerini pekiştirdi ve 8 Ekim'de yaptıkları toplantıda İngiltere'yi tek dostları olarak ilan ettiler. Kürdistan'da olaylar, hem İngiliz hem de Kürt milliyetçi çıkarlarının aleyhine gelişiyordu. Kemalistler ve bölgedeki Kürtler, İngiltere’nin Güneydoğu Kürdistan'daki geri adımlarını fark ediyorlardı. Sonbaharda Mustafa Kemal’in propagandası, birçok aşireti kendi tarafına çekti. İngilizlerin Diyarbakır’daki Kürt cemiyetlerini finanse ettiği ve bu cemiyetlerin Dêrsim’deki asi aşiretlere erzak gönderdiği inancı yayıldı. Osmanlı devleti bu tür gruplara karşı harekete geçti. 1920 yılı sonuna kadar, özellikle Anadolu'nun Güney ve Doğu sınırlarında, 70 Kürt aşireti, çoğunlukla tehdit altında olan bölgelerde, Mustafa Kemal’in safına geçti. En önemli aşiretler, Güney'de Milli ve Doğu'da Celalî ve Heyderanlı aşiretleriydi.

Mustafa Kemal, gerçek bir millet meclisi seçilmesi talebini Sultan VI. Mehmet’e sundu ve Ocak 1920'de Sivas'ta Misak-ı Milli'yi onaylatarak Türkiye'nin bağımsızlığını ve Arap olmayan Osmanlı topraklarındaki iddialarını resmen doğruladı. Kemalistlerin Anadolu’daki yükselişi, İngiltere’yi Mezopotamya ile Türkiye arasında tampon bölge kurma kaygısına sevk etti. Kemalistler, Bolşeviklerden destek alarak, Müttefiklerin Anadolu’dan bir Ermenistan veya Kürdistan koparma girişimlerine karşı destek garantisi aldılar. İngiltere, 1918'de Kafkasya, Hazar kıyıları ve Batum'da Bolşevizmle sorunlar yaşıyordu ve Kürdistan'ın, özellikle Güney kesiminin, Türk milliyetçileri ve Bolşevikler tarafından desteklenebileceğinden endişelenmeye başladı. Bolşevizm, aşıretler arasında sempati kazandı. Fransız işgali altındaki Nusaybin'de, 'Üstümüzde yabancı bir güç olmayacak, biz Bolşevikiz ve kendimizi yöneteceğiz,' ifadeleri duyuluyordu. İngiltere, bir Ermeni devletinin kurulması için çaba sarf etti. 1919’da Amerika Birleşik Devletleri, Ermeni halkının çıkarlarını savunmayı kabul edeceğini belirtti. Haziran 1920'de Başkan Wilson, ABD’nin mandayı üstlenmeyeceğini açıkça belirtti.


Sevr’e Giden Yol

Amerika'nın geri çekilmesi, Doğu Anadolu'nun kaderini değiştirdi ve Kürt-Ermeni çatışmalarına rağmen, Kürtler ve Ermeniler arasında bir uzlaşma arayışını daha arzu edilir hale getirdi. Bu dönemde Kürdistan, Britanya için stratejik olarak daha önemli hale geldi. Paris'te İngiliz yetkililer, Ermeni temsilcisi Boğos Nubar'ı, Türk yönetiminin geri dönmesine karşı bir Kürt-Ermeni dayanışma deklarasyonu yapılması konusunda ikna ettiler. 20 Kasım’da Şerif Paşa ile ortak bir deklarasyon yayınlandı. Deklarasyon, birleşik ve bağımsız bir Ermenistan ile bağımsız bir Kürdistan’ın milliyetçi ilkelere uygun şekilde ortak bir anayasa talep etmesini kabul etti. Ermeniler ve Kürtler arasında, geçmişteki düşmanlıkların son bulabileceği bir umut oluştu. Amerika'nın geri çekilmesiyle, Doğu Anadolu'nun çözümü İngiltere ve Fransa'ya bırakıldı. Fransa, Sykes-Picot anlaşmasını hatırlatarak, Kuzey Kürdistan’ın Fransız denetiminde ve Güney Kürdistan’ın İngiliz denetiminde olacağı bir federal düzenleme önerdi. Ancak İngiltere, Kürtlerin özerkliğini ya da birleşik bir Kürdistan’ı savunmalarına izin vermeyi tercih etti.

İngiltere, Kürtlerle iş birliği konusunda umutsuzdu. 1920 yılı Mart ayında İngiliz Yüksek Komiseri, Kürdistan'ın bağımsızlığı ya da özerkliği konusundaki şüphelerini dile getirdi. Kemalistler ve Ermenilerle mücadelede Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakları olduğu görüşü giderek artıyordu. Şerif Paşa, Türk egemenliği altındaki özerkliği savundu ve Kürdistan’ın bölünmez bir bütün olarak kalması gerektiğini belirtti. Ancak, Boğos Nubar’ın Şerif Paşa ile yaptığı anlaşma Kürtler arasında büyük tepki topladı. Kürtler, Ermenilerle iş birliğini, Türk hükümetine karşı bir tehdit olarak görmeye başladılar. Bu süreçte, İstanbul’daki Kürtler de anlaşmaya karşı çıktı ve daha fazla Türk yanlısı görüşler benimsendi. Şerif Paşa, Ermeni ve Türk delegeleri ile iş birliği yaptıktan sonra güven kaybetti ve istifa etti. Kürtler, Paris’te temsilci bulundurmadan Barış Antlaşması'na katıldılar ve iç rekabet nedeniyle ciddi bir bölünmüşlük yaşadılar. İngiltere, Fransa ile Kürdistan konusunda anlaşmazlıklar yaşadı. Fransa, Kürdistan’ı bağımsız bir devlet olarak kabul etmeye yanaşmadı. İngiltere, Kürdistan’ın Türk egemenliği dışında bir yapıya bürünmesini desteklemedi, ancak bu konuda net bir politika geliştirmedi. Sonuçta, Arnold Wilson dışında, Kürt Konfederasyonu fikri desteklense de, nihai olarak Türk egemenliğinin kabulü gerektiği savunuldu.

Kürtlerin liderlik kuramaması, İngilizlerin umutlarına darbe vurdu. Ancak daha büyük bir başarısızlık Müttefiklere aitti. 1918'de Sykes-Picot'a alternatif sunamamış ve Doğu Anadolu halkına gelecekleri konusunda belirsizlik yaratmışlardı. Mondros ile Sevr arasındaki zaman zarfı, Yunanlar ve Ermenilerin Anadolu'ya yönelik girişimleri, Kemalistlerin gücünün artışı ve Müttefikler arasındaki çekişmelerle daha da zorlaştı. Doğu Anadolu'daki Kürtlerin büyük çoğunluğu, 1919 sonbaharında Mustafa Kemal'in çağrısına yanıt vermiştir Britanya'nın Kürdistan konusundaki kararsızlıkları, 13 Nisan 1920'de yapılan kritik toplantıda görüldü. Curzon, Kürt sorununu tartışmak üzere yapılan önceki toplantılarda özerk Kürt devletlerinden oluşan bir sınır hattı oluşturulmasından, Kürdistan'ın Fransız ve İngiliz nüfuz alanlarına bölünmesine kadar çelişkili sonuçlar elde etmişti. Sonunda, İngiltere'nin Kürdistan'dan tamamen çekilmesi gerektiği yönünde bir karar alınmış ve Güney Kürdistan'ın geçici olarak muhafaza edilmesi kararlaştırılmıştır. Arnold Wilson, Güney Kürdistan'ın elde tutulmasının daha az askeri kaynak gerektireceğini savunarak, bu kararın kabul edilmesine zemin hazırlamıştır. Bu dönemde, Süleymaniye ve çevresindeki yerlerdeki ekonomik gelişmeler, Kürtlerin bölgedeki refahı görmelerine ve İngiltere'nin geri çekilmesinin 'ihanet' olarak algılanmasına yol açmıştır. İngiltere, 1920'de Türkiye ile barış şartları üzerinde uzlaşı sağlamış, ancak bu barışın detayları arasında Kürtler için yerel özerklik ve bağımsızlık talebinin kabul edilmesi öngörülmüştür. Sevr Antlaşması, Kürtler için özerklik vaadinde bulunsa da, Kürt topraklarının bölünmesi ve Ermenistan ile sınırların çizilmesi gibi unsurlar, Kürtlerin taleplerini karşılamadı. Bu şartlar, İstanbul'daki hükümetin zayıf durumu ve Müttefiklerin dayatmaları sonucu geçersiz hale geldi. 1920'de Türk hükümetinin gücü artarken, Sevr Antlaşması imzalandıktan kısa süre sonra hükümsüz kaldı.


Sevr'den Lozan'a

Sevr Antlaşması, gerçekler göz ardı edilerek imzalanmıştı. Türkiye, iç savaş ve işgalle mücadele ediyordu. 1920 yazında, bağımsızlıkları 1870'lerde daraltılmış olan Dêrsim ve Harput'un Alevi Kürtleri, Ankara'nın otorite kurma çabalarına karşı ayaklandılar. Bir yıl sonra, Kemalistlere karşı direniş devam ediyordu. Diyarbakır, Nusaybin ve Mardin'deki aşiretler de kısa süreli isyanlar başlatmıştı. Bu karışıklıklar, Türk otoritelerini rahatsız ediyordu. Mayıs ayında Ermeni çeteleri Doğu sınırlarına baskınlar düzenlemeye başladı. Yunan işgali kontrol altına alındıktan sonra, Ermeni tehditlerine karşı Türk birlikleri harekete geçti. Ekim ayında Kars ele geçirildi ve Türkiye, 1877'de kaybettiği toprakları geri almak için harekete geçti. Ermeniler, barış talep ettiler ancak yeni sınır çizildi. Batı Cephesi'nde Türk zaferi kazanılmadıkça, Ermeni ve Kürt devleti kurma fikri mümkün değildi. Kemalistler, Mart 1921’de Londra’da Sevr’i kabul etmeleri için Osmanlı temsilcileriyle birlikte konferans düzenlemeye çalıştı, ancak başarısız oldu. Kürt milliyetçileri, 64. Madde’deki özerklik ilkesinin sulandırılmaması gerektiğini vurguladılar. İngiltere, özerklik için bazı değişiklikler önerdi, ancak bağımsız bir Kürdistan fikri göz ardı edildi. Mart 1921’de Kemalistler ve Bolşevikler arasında Dostluk Antlaşması imzalandı. Aynı dönemde, Yunanistan ikinci büyük taarruzunu başlattı ve Kürt ayaklanmalarını destekleme planları tartışıldı. Yunanistan, Kemalistler aleyhine Kürtlerle işbirliği yapmak için maddi ve mali destek sağladı.

Yunanlılar, Kemalistlere karşı bir Kürt ayaklanması çıkarma fikrini desteklediler. Yunanistan, Kürt ayaklanmasına destek için silah göndermeyi planladı. Ancak, İngiltere'nin bu konuda isteksizliği ve diplomatik tehlikeler, planların gerçekleşmesini engelledi. Temmuz 1921’de Kemalistler, Sakarya Nehri'nde Yunanlılara karşı büyük bir zafer kazandılar. Fransa, Kemalistlerle bir anlaşma yaparak Kilikya ve diğer bölgelere yönelik hak iddialarından vazgeçti. Fransa sadece İskenderun’u elinde tutmaya devam etti. İngilizler, Kuzey Irak’ta Kürt ayaklanmalarını yeniden düşündüler ancak Kemalistlerle anlaşma yapmayı tercih ettiler. Mart 1922’de Türk ve Müttefik yetkililer Londra’da bir araya gelerek, Misak-ı Milli'ye dayalı bir anlaşma müzakere ettiler. Bu anlaşmada, Avrupa ve Asya’daki azınlıkların korunması ve güvenliği vurgulandı. Müttefikler, Ermeni devleti kurulmasını isteseler de, Ankara bunu kabul etmedi. Ankara'nın Doğu Anadolu'daki otoritesi, 1921 sonlarına kadar zayıf kaldı. Ekim 1921’de, Kürt aşiretlerinin huzursuzluğu nedeniyle Büyük Millet Meclisi, bölgeye bir uzlaşma heyeti göndermeye karar verdi. Bazı milletvekilleri, askeri kuvvetlerin yetersiz olduğunu ve daha fazla güç gerektiğini belirttiler. Kemalistlerin Kuzey Irak'a sızması, Bağdat'ta büyük endişe yarattı. İngilizlerin Anadolu’daki aşiretleri kışkırtma tehlikesi de Ankara’da benzer bir ruh hâli oluşturdu. Mart ayında bu durum düzelmedi. Ankara'da, kargaşanın Kral Faysal ve İngilizler tarafından desteklendiği düşünülüyordu. Albay Rawlinson, Kürt şeflerinin Türklere karşı düşman olduklarını ve küçük bir teşvikle baskın yapacaklarını belirterek, silahların teslim edilmesini önerdi. Erzurum, Doğubeyazıt ve Erzincan’daki üç Kürt aşiretine makineli tüfekler verildi.

1922 yazının sonunda Türk kuvvetleri, Yunanlıları Anadolu’dan çıkardı ve Boğazlar Bölgesi’ni işgal etti. İngiliz kuvvetlerinin komutanı, Kemalistlerle sokaklarda çarpışma olasılığıyla karşı karşıya kaldı. Eylül sonunda ateşkes görüşmeleri başladı ve 3 Ekim'de Mudanya görüşmeleri yapıldı. Kemalistlerin Kürdistan aşiretleriyle ilişkileri güçleniyordu. 1922 baharında, Kemalistlerin gönderdiği kaymakam Rewandiz’a yerleşti ve yerini Albay Ali Şefik aldı. Özdemir, büyük aşiretlerin desteğini alarak Erbil, Kerkük, Süleymaniye ve çevresinde etkinlik gösterdi. Yaz aylarında daha fazla aşiret, İngiliz otoritesini devirdi ve Türk birlikleri Ranya’yı işgal etti. Kürtlerin istikrarsız davranışları, bölgedeki belirsizliğin sonucu olarak görülüyordu. 1920’de Simko, İran’a karşı bağımsız bir Kürt bölgesi kurma çabalarını hızlandırdı ve Kemalistler de bunu destekledi. 1922 sonbaharında, Musul vilayetinin Kemalistlere teslim edilmesiyle ilgili spekülasyonlar arttı.

Müttefikler, 27 Ekim’de Ankara hükümetini Lozan’a davet etti. Ankara, 1 Kasım’da saltanatı kaldırarak yanıt verdi. Bu adım İstanbul hükümetinin yasal dayanağını ortadan kaldırdı. Lozan görüşmeleri başlarken, İngiltere Kürt bölgelerinde Türk askerî varlığı konusunda endişeliydi. Lozan’daki görüşmelerde, Türkiye’nin talepleri dışında Musul vilayetinde anlaşmazlık devam etti. 24 Temmuz 1923’te imzalanan antlaşma, Musul konusunda bir çözüm getirmedi. Lozan Antlaşması’nda Kürt devleti için herhangi bir hüküm bulunmadı, ancak Kürtlere dil ve kültürel haklar tanındı. Curzon, Kürtlerin özerk bir ulus olması gerektiğini belirtti, ancak bu talep kabul edilmedi.


Kaynakça

  • 1.McDowall, D.(2024). Modern Kürt Tarihi(Muhammed Hizmetçi, Çev.). Aryen Yayınları. s. 605-606.