Daha Fazla

I.Dünya Savaşında Kürtler


Ruslar, Kürtlere göz kırpan tüm davranışlarına rağmen, büyük ölçüde Kürt özlemlerinin Ermenilerle çatışması gerektiğinden, Kürtlere karşı tutarlı bir politika geliştirmediler. Osmanlı'nın bölgedeki hakimiyetini zayıflatmak için muhalefeti teşvik etmek, hem Kürtlerle hem de Ermenilerle olan politikasına uyuyordu; ancak Ermeni ya da Kürt bağımsızlığına izin vermek için uygun değildi. Rusya, Doğu Anadolu'yu kendisi için istiyordu. Dünya Savaşı, Kürdistan'ı, Çaldıran'dan bu yana hiç olmadığı kadar büyük bir kargaşaya sürükledi. Sonraki dört yıl boyunca ordular karada bir cepheden diğerine yürüdü, savaştı ve yerleşik hayatı, insanların mülklerini ve tarım arazilerini yerle bir etti. Türkiye, 30 Ekim’deki resmi savaş ilanını, ayın başında Urmiye çevresindeki Rus mevzilerini dağıtmayı amaçlayan 400 aşiret süvarisinin düzenlediği bir baskınla engelledi. Ruslar, Culfaya giden bir demiryolu hattı inşa ettikleri için, Xoy veya Urmiye yönünden bir saldırıyı önlemek için endişeliydi. Rusya'nın tepkisi, yalnızca baskıncı grubu değil, Urmiye çevresindeki tüm Kürtleri ve diğer Sünnileri de kovmak oldu. Türkiye, Ermenileri sınır bölgesinden kovarak 'nazikçe' karşılık verdi. 1

Bazılarının öngördüğü gibi, artık etnik temizlik çatışmanın temel bir bileşeni hâline geldi. Rus kuvvetleri, Aralık 1914’te Bayezid’in (Doğubeyazıt) ötesinden Eleşkirt’e kısa bir süre için sızdığında, burada çoğu eski Osmanlı vatandaşı olan Ermeni birliklerinden oluşan garnizonlar kurdular. Ayrıldıklarında, iddiaya göre bölgedeki Kürt nüfusunun yalnızca onda biri hayatta kalmıştı. Üçüncü Türk Ordusu, Ocak 1915’te Sarıkamış çevresindeki soğuk ve karlarda kendi kendini yok ederken, bir yardımcı kuvvet daha güneye doğru ilerledi. Ocak ayı başında, Urmiye ve Tebriz’i ele geçirmek için İran Azerbaycan’ını işgal eden Rus kuvvetleri kuzeye çekildi. Çoğu Ermeni ve Süryani, Rus ordusunun ardından panik içinde kuzeye kaçtı. Birçoğu zorlu koşullara maruz kalmaktan öldü. Kalanlar Urmiye’ye akın etti. Burada ve civar köylerde, Hristiyan nüfus, Türk birlikleri ve Kürt destek kuvvetleri eliyle her türlü zulme maruz bırakıldı. Aslında İran, neredeyse savaş patlak verir vermez tarafsızlığını ilan etmişti. Defalarca Rusya’dan güçlerini Azerbaycan’dan çekmesini istedi; ancak Rusya'nın ilin itaatkâr genel valisini Türk kuvvetlerine karşı kullanmasıyla Türkiye, İran’ın tarafsız olmaktan uzak olduğunu iddia edebildi. İran’daki aşiret reislerine, Ruslardan kurtulmak için Türk Cihadı’na yardım etmeyi reddetmenin Şah’a sadakatsizlikle eşdeğer olduğunu söyleyen mektuplar gönderdi. Daha güneyde, Nehrili Seyh Abdülkadir ve Tavila şeyhleri tarafından benzer cihat çağrıları yapıldı. 1909'dan beri Rus birliklerinin varlığından yararlanamayan aşiretler, artık Ruslarla savaşma ve onların himayesindeki aşiretleri baltalama fırsatına sahipken, Rus himayesinden yararlananlar da güçler dengesinin kimden yana olduğunu yeniden değerlendirdiler. Şikak, Mamaş, Mangur, Zarza, Herkî ve Begzade aşiretlerinin mensupları terör düzeninde aktif bir rol oynadılar. Mayıs ayında Rus kuvvetleri Azerbaycan’ı yeniden işgal ettiğinde Urmiye'deki Hristiyanlar rahat bir nefes aldı, ancak Temmuz ayında geri çekilmek zorunda kaldıkları için bu durum kısa sürdü. 2

Osmanlı sınırları içinde Türkler, 1915 baharındaki Rus saldırısına hazırlanıyordu. Bu hazırlıkların esas amacı, düşmana karşı potansiyel dost olan tüm güçlerin, kısacası bölgedeki Ermeni ve diğer büyük Hristiyan topluluklarının bölgeden uzaklaştırılmasıydı. 27 Mayıs'ta İstanbul'daki Bakanlar Kurulu, 'ihanet veya casusluktan suçlu olduğundan şüphelenilen' nüfusun sınır dışı edilmesini onayladı. Aslında tehcir ve katliamlar çoktan başlamıştı. Nisan 1915’in son haftasında askerler ve Kürt aşiretleri: 'Kırsal bölgeleri yok ediyor, erkekleri, kadınları ve çocukları katlediyor ve evlerini yakıyorlardı. Bebekler annelerinin kollarında vuruldu, küçük çocuklar korkunç bir şekilde sakatlandı, kadınlar soyuldu ve dövüldü.' 3

Bunlar münferit olaylar değildi; Erzurum, Bitlis, Muş, Sason, Zeytun ve Kilikya’nın çoğu dahil diğer birçok yerde genel bir kargaşa hâli hakimdi. Van Ermenileri, çevre köylerdekilerin katledilmesinin ardından Kürtler tarafından kuşatma altına alındı. 30 Mayıs’ta, pratikte geniş anlamda kentlerdeki Türkler ve Kürtler ile kırsal kesimdeki Kürtler anlamına gelen Müslümanların, 'terk edilmiş' Ermeni mülklerini devralmalarına resmen izin verildi. Sonraki on iki ay içinde yaklaşık bir milyon Ermeni yok edilmişti. Türkler ve Kürtler, Hakkâri’nin savaşçı Tiyarê Süryanilerine karşı harekete geçtiler. Muhtemelen, bölgeye yönelik Rusların ilerleyebileceği korkusu ve Süryanilerin Rus korumasını arzulamaları nedeniyle Kürt aşiretleri harekete geçmişti. Tiyarê Süryanileri, Urmiye Ovası’ndaki kardeşlerinin kaderini biliyorlardı ve 1915 yazında Osmanlı saldırısıyla karşı karşıya kaldıklarında, Rusya’nın maddi desteğine dair işaretlere dayanarak Türkiye’ye savaş ilan etmeye karar verdiler. Mar Şimun, Rus güçleriyle temas kurmak için küçük bir savaş gücüyle çoktan Urmiye’ye gitmişti. Umudu, Rusya’nın Hakkâri’ye doğru ilerlemesiydi. Bunun mümkün olamayacağını öğrendiğinde, zaten komşu Kürt aşiretlerinin sürekli saldırılarına maruz kalan topluluğunu bölgeden tahliye etmek için geri döndü. Yaklaşık 15.000 kişi Urmiye’ye ulaşmıştı.

Bazı durumlarda, Kürtler, samimi ilişkilere sahip komşuları oldukları veya korunmaya hak eden sancaklara (rayat) tâbi oldukları için Hristiyan kurbanlarını bağışladılar. Ancak bu olaylar muhtemelen kuraldan çok istisnaydı, çünkü dost Kürtler, tahliye veya öldürme emirlerine uymazlarsa, yetkililer tarafından cezalandırılmakla tehdit ediliyordu. Alevi (Kızılbaş) Kürtlerden bazıları, muhtemelen zulme uğrayan başka bir azınlıkla duygudaşlıkları nedeniyle veya bazıları kendilerinin yeni din değiştirmiş olmaları nedeniyle, Hristiyanlara sığındılar. Kürtler hükümetin bünyesinde neden bu kadar isteyerek iş birliği yaptılar? Mücadelenin tamamen etnik olduğu iddiasını kabul etmek cazip gelebilir. Bu, eski padişah ve millet fikirleriyle pek ilgilenmeyen ve bizzat Kürtleri kötü bir sürprizle bekleyen Jön Türk ideologları için kesinlikle doğru olabilirdi; ama bu, Kürtlerin yaptıklarını açıklamak için yeterli değildir. Doğubayazıt ve Eleşkirt’te bildirilen zulümlerin intikamı olarak görülebilir. Yine de katliamlar muhtemelen her hâlükârda gerçekleşecekti, çünkü bunlar aynı zamanda 19. yüzyılın ikinci yarısından beri gelişen aşiretlerin kanunsuzluğunun ve bir Müslüman imparatorluk ile düşmanları arasında artan gerilimin doruk noktasıydı. Müslüman kimliği kesinlikle çok önemliydi. Kürtlere, Hristiyan komşularının düşman Avrupalı güçlerle kurdukları bağlantılar sürekli olarak kendi potansiyel zayıflıklarını ve kırılganlıklarını hatırlatıyordu. Rus tehlikesinin en büyük olduğu bölge olan Doğu'ya gidildikçe vahşetin daha da kötüleşmesi ve aşiretlerin Ermenileri koruduğu bölgelerin savaş alanlarından oldukça uzakta olması tesadüf değildir. Kısacası, katliamlara karışan Kürtlerin soğumu, muhtemelen sorunun 'onlar mı yoksa biz mi?' olduğunu hissettirdi.

Ruslar, 19 Temmuz’da Anadolu’ya doğru ilerlediklerinde buldukları birkaç Kürt köyünü boşaltıp köylüleri kovdular ve Van’ı ele geçirdiler. Genel olarak itidalli hareket ettiler ve Ermenilerin terk edilmiş Kürt yerleşimlerini kolonileştirmelerine izin vermediler. Bazı Ermeniler, ellerine düşen Kürtlerden intikam alarak, gelecekte Hristiyanlara yönelik gerçekleştirilecek zulümlerin bahanesini yarattılar. Ay sonunda Ruslar geri çekilmek zorunda kaldı, 200.000 Hristiyan evlerini terk etti ve başıboş Kürt çeteleri tarafından defalarca pusuya düşürülerek Rus ordusunun peşinden gitti. Kürtler, Ermeni Soykırımı’na katılmalarının yanı sıra, Osmanlı Ordusu’na önemli insan gücü de sağladılar. Üçüncü Ordu’yla birlikte Sarıkamış’ta ve diğer cephelerde binlerce Kürt askere alındı. Doğal olarak, düzenli orduda hizmet verme konusunda neredeyse genel bir isteksizlik vardı, ancak buna rağmen pek çoğu askere alınmıştı ve bölgedeki Osmanlı kuvvetlerinin büyük bir kısmı Kürt’tü. Aşiret Alayları’nda hizmet, tabiri caizse aileler arasında yoksunluk ve ölüm nedeniyle tercih ediliyordu. Aralarında Dersim’in bazı Alevi aşiretlerinin de bulunduğu bazı aşiretler, zorunlu askerliği açıkça reddetti.

İlk birkaç yıldan sonra yetkililer yaklaşımlarını değiştirdiler ve yerel olarak konuşlanmış, Kürtler tarafından komuta edilen bölgesel alaylar kurdular. Bu alayların rütbeli askerleri ve bu askerlerin kökenleri, asker kaçakları ve mültecilerden oluşuyordu; yeterli düzeyde eğitimli ve askeri deneyime sahip değillerdi, ama fiili olarak yağma çeteleri Osmanlı tarafında tutmayı başardılar. Aşiret birliklerine yemek teklif edildi, ancak ücret ödenmedi. Diğer aile üyeleriyle sırayla yer değiştirmelerine izin verildi. Kürtlerin, Jön Türklerin kendilerine yönelik planlarından habersiz bir şekilde Ermeni halkının yok edilmesine katılmaları acımasız bir ironidir. Bir imparatorluk kararnamesi, Kürtlerin Batı Anadolu’da, nüfusun %5’ini geçmeyecekleri yerlere yerleştirilmeleri için dışarı edilmesine izin verdi. Gelen kimseler ve reisler kasaba ve şehirlere yerleştirilecek ve aşiretleri veya yandaşlarıyla her türlü ilişkileri yasaklanacaktı. Bu kadar düşmanlığın sonunda hiçbir aşiret üyesinin atalarının yaşam alanına geri dönmemesi amaçlanmıştı. Bu programın ilk ne zaman geliştirildiği belli değil. Sultan Abdülhamid, Kürt unsurların Osmanlı İmparatorluğu içinde asimile edilmesi gerektiğinden bahsetmişti ama bu muğlak bir ifadeydi. Ancak 1913 yılında İttihat ve Terakki, aşiret yerleşimlerini düzenlemek için bir idari emir getirmişti ve 1917’de bu, özellikle amacının Kürtleri küçük gruplara dağıtarak Kürt kimliğini ortadan kaldırmak olduğunu açıkça gösterecek şekilde değiştirildi. Bu, yok olmuş Ermeniler için bir soykırım ve kavgacı ama Müslüman Kürtler için zorla asimilasyon anlamına geliyordu.

İttihat ve Terakki, planının reklamını asla yapmadı, ancak kısmen uyguladı. Bunu, Rusları herhangi bir yardımdan mahrum bırakmak için geri çekilirken sivil nüfusu uzaklaştırarak ve her şeyi yok ederek, her şeyi yakıp yıkma politikası kisvesi altında yapabilirdi. Muhtemelen 700.000 kadar sivil, görünüşe göre düşmanın barınmasını veya kentin yeniden ele geçirilmesini engellemek için Türk yetkililer tarafından zorla yerinden edildiler. Çok fazla baskıya gerek yoktu: Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerinde binlerce sivil içgüdüsel olarak, ilerleyen Rus veya Ermeni güçlerinden kaçtı. Yerinden edilenlerin yarısı ölmüş olabilirdi, ancak binlercesi de asimilasyon planının amaçladığı gibi Batı’ya yeniden yerleştirildi. İran Kürdistanı'nın güney kesiminde önemli ölçüde farklı bir durum gelişti. Burada da çatışmanın güçlü bir dini boyutu vardı. Elbette Rusya hoş karşılanmıyordu ama Sünni Türkler de aynı şekilde hoş karşılanmıyordu. Sadece Kelhûr, Türklere yardım etmekle oyalandı ve sonra paralı asker olarak savaşta yer aldı. Sencabî, İran’ın egemenliğini korumak için önce Kirmanşah’taki yetkililerle yakın çalıştı, ancak savunmaya çalıştıkları devletten çok az yardım aldılar. Haziran 1915’te sınırda Sencabî ve Goran’ın ay sonunda Kerend’de yenmeyi başardığı 10.000 kişilik bir Türk gücü vardı.

Bazı Ehl-i Hak seyyidlerinin Türkler tarafından katledilmesi, ardından Ehl-i Hak kadar yakınlardaki birçok Şii için de kutsal bir türbe olan Baba Yadigar’a yapılan saygısızlık, savaşa güçlü bir dini hava kattı. Kıdemli Haydari Şeyhi Rüstem, müminlerini Türklere karşı bir araya getirmekte pek güçlük çekmedi. Mayıs 1916’da Aşağı Mezopotamya’daki İngiliz kuvvetleri üzerindeki baskıyı hafifletmek için Rewandiza doğru yeni bir Rus saldırısı gerçekleşti. Bundan dört hafta sonra vazgeçilse de İran’ın güneyindeki Kürtler için yeni bir ikilem yarattı. Güç dengelerine baktıklarında Türkleri ehven-i şer olarak gördüler ve bu nedenle, Temmuz ayında Kirmanşah’ın ele geçirilmesine yol açan müteakip Türk karşı saldırısına karşı çıkmadılar. Kısmen İngiltere’nin onları ikna edememesi, kısmen Almanya’nın İran Hükümeti’ni desteklemesi, ama esas olarak ajanlarının aşiret desteği aramakla meşgul olması nedeniyle, Alman ajanlarına zaten olumlu yanıt vermişlerdi. Şefler, maaş sorumlularına İngiltere veya Rusya’dan daha iyi bir fiyat alabileceklerini hatırlatarak bu yeni zenginlik kaynağını en üst düzeye çıkarmak için rekabet ederken, ajanlar kısa süre sonra kendilerini aşiretlerin rüşvet çıkmazında buldular. Bir Alman general, 'Bu olağanüstü yüksek harcama karşılığında elde ettiğimiz şey, pratikte çok az,' diye duruma itiraz etti. 'Aşiret savaşçıları yalnızca kendi bencil amaçları için iyi savaşmazlar.' Şubat 1917'de gerçekleşen yeni bir Rus saldırısı, Osmanlı kontrolündeki topraklarda ciddi ilerlemeler kaydetti. Erzurum ve Hemedan Şubat'ta, Kirmanşah ve Kasr-ı Şirin Mart'ta, Van yaz başında ve Erzincan Temmuz’da düştü. Rus ilerleyişi sırasında Türkiye, Diyarbakır, Bitlis ve Musul'da yaşayanları zorla tahliye etti. Bu tahliye edilenlerin çoğu Musul, Halep ve Adana’ya götürüldü ve birçoğu bu şehirlerin yollarında veya sokaklarında öldü. Ancak Rusya, devrimin ilk sarsıntılarına maruz kalmıştı. Çar, Mart ayında tahttan çekilmişti. Moskova'daki liberal hükümetin yönlendirmesiyle Ermeniler, Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon vilayetlerini ele geçirdiler, ancak kaygan zeminler üzerinde hareket ediyorlardı. Moral ve disiplindeki hızla düşüş, kısa süre sonra Rus kuvvetlerinin yürüyüşünü baltaladı ve ardından her ikisi de 1919-1920'de bölgede çok önemli bir rol oynayacak olan Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir komutasındaki 2. Ordu tarafından Muş ve Bitlis'ten sürüldü.

Ekim'deki Bolşevik Devrimi, Rus askeri faaliyetlerini felç etti ve böylece Ermenilerin tüm hedefleri boşa düştü. Ermenilerin planları, Aralık 1917’de Erzincan'da (Kafkasya'nın güneyinde Gürcüler, Ermeniler ve Azerilerin yaşadığı topraklardan sorumlu) Transkafkasya Komiserliği ile Türkiye arasında imzalanan bir ateşkes sonucunda, Türkler ve Kürtler kaybettikleri malları geri alma şansı elde edebileceklerini düşündüğünde çok geçmeden çöktü. Erzincan çevresindeki 100 km'den uzun bir cephede dizilmiş dört bin Ermeni askeri, Kürt süvarileri tarafından sürekli taciz edildi ve hattı tutamadı. Türk kuvvetleri, Şubat 1918’de bu şehri geri aldığında, 1915’te Van’da yaptıkları gibi bir başka düzensiz Hristiyan topluluğunu Doğu’ya sürdü. Bu sefer Kürt çetelerinin saldırısına uğrayarak karda yürüyerek geri çekilmek zorunda kaldılar. Yarısı güvenli bölgelere ulaşamadan öldü. 12 Mart’ta Erzurum, şehrin kuzey ve güneyinde faaliyet gösteren Kürt çeteleriyle birlikte, Türklerin eline geri döndü. Hristiyanlar tarafından var olan kısıtlamalar bu aşamada nihayet ortadan kalkmış gibi görünüyordu; Ruslar ve Ermeni kuvvetleri geri çekilirken ellerine geçen tüm Müslümanları katlettiler. Türklerin askeri ve siyasi hedefleri, 1914 sınırlarının iadesinden, 1878’de kaybedilen toprakların geri alınmasına ve nihayet mümkünse Kafkasya'nın ele geçirilmesine kadar ilerlemiş görünüyordu. Bu hedeflerden ilk ikisi, Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ile Türkiye'nin kucağına düştü. Rusya, kendisini savaştan kurtarma kaygısıyla, tümü 1878’de Türkiye’den alınan Kars, Ardahan ve Batum’u bırakmayı kabul etti. Nisan ayında Türk kuvvetleri, Transkafkasyalıların istilacı Kürt çetelerinin Türk ordusu tarafından durdurulması çağrıları sırasında Batum ve Gümrü’yü işgal etti. Mayıs ayı sonlarında Batum’da sonuçsuz kalan görüşmelerin ardından Türkler yeniden ilerledi ancak Serdarabad taraflarında geri püskürtüldü. Haziran’da Batum’da bir anlaşma imzalandı ve Türkiye’ye Kars-Culfa demiryolu ve Gümrü'nün kontrolünü bırakıldı.

Daha güneydeki İngiliz kuvvetleri, Aralık 1917’ye kadar Xanekin’i işgal edemediler. 1918 baharında kuzeye ilerleyerek Kifri, Tuzhurmatu ve Kerkük’ü işgal ettiler ve Süleymaniye'deki İngiliz otoritesinin tanınması için bölgenin ileri gelenleriyle müzakerelerde bulundular. Ancak doğu kanadı tehdit edildiğinde İngiliz kuvvetleri, Türk kuvvetleri tarafından derhal yeniden işgal edilen Kerkük ve Süleymaniye'den çekildi. Kerkük nihayet 25 Ekim’de, Mondros'ta ateşkesin imzalanmasından beş gün önce İngiliz kuvvetleri tarafından alındı. Bu arada, Rusya'nın çöküşü İngiltere'yi İran'ın tarafsızlığını 'korumak' için daha aktif bir politika benimsemeye, gerçekte İran’ı düşmandan mahrum bırakmaya ikna etti. Aralık 1917’de Kasr-ı Şirin’i işgal etmeye ve ardından kuzeye, Enzeli’ye giden yolu emniyete almaya karar verdi. Mart ayında askeri operasyonlar başladı. Devlete karşı çıkarlarsa lanetleneceğine inanan Sencabi, İran'ın tarafsızlığının herhangi bir ihlaline karşı çıkacaklarını zaten açıkça belirtmiş ve İngiliz ilerlemesine karşı çıkmaya karar vermişti. Rusların tavırları yüzünden kesin bir şekilde yalnızlaşmışlardı ve bu nedenle, 1917’de Rus ve İngiliz kuvvetlerinin birleşmesini engellemeye yardımcı olarak Alman politikasıyla iş birliği yaptılar. Fırsat gören Kelhûr ve Goran, Sencabi karşıtı bir koalisyon kurdular ve şimdi Sencabi’yi yazın düştükleri göç yollarında pusuya düşürmek için İngiliz maddi desteğini elde etmekte çok az zorluk yaşadılar. Sencabi 250 asker kaybetti ve muzaffer aşiretler Sencabi Aşireti'ne ait 100.000 koyunu alıp kaçarak Sencabi’ye hem ekonomik hem de siyasi olarak müthiş bir darbe vurdu.

Maliyeti hesaplamanın zamanı gelmişti. Kuzeydeki Doğubayazıt’tan güneydeki Xanekîn’e, batıda Erzincan ve Muş’a kadar Kürdistan’ın çoğu da karşıt güçler ve baskın gruplar tarafından yerle bir edildi. Kıtlık, kötü koşullara maruz kalmaktan gerçekleşen ölümler, tifüs, karahumma veya başka bir hastalıktan dolayı çok fazla ölüm oldu. Bölge halkının yaşadığı zorluklar, 1917’deki başarısız hasat ve yaz aylarında disiplinin çökmesi nedeniyle şimdi sınırsız hareket alanı elde ederek kırsal kesimdeki sürüleri ve sığırları soyan, tüm ekinleri kesen veya yok eden Rus birlikleri tarafından önemli ölçüde ağırlaştırıldı. Sac Bulak’ı bile yerle bir ettiler. En zenginler hariç köylülerin hepsi yoksul kaldı. Örneğin, yiyecek stoklarını Türklerden başarılı bir şekilde gizleyen Kifri Aşireti, şimdi açlıktan elindeki stokları ortaya çıkarmak zorunda kaldı. Kuzeye doğru ilerleyen İngiliz birlikleri karşılaştıkları manzara karşısında dehşete düştüler. 'Mezopotamya'nın hiçbir yerinde, Xanekîn'de bizi karşılayan sefalete benzer bir şeyle karşılaşmamıştık. Ruslar tarafından hasat edilen ülke, bölgeden ayrıldıklarında onu açlık ve hastalığın ortak mülkiyetine bırakan Türkler tarafından zahmetli bir şekilde toplanmıştı. İran'a giden yolların yıkılmış olması mümkünse, Xanekîn'deki yıkım daha da büyüktü. Köyler, bölgeden geçen Rus ve Türk orduları tarafından yerle bir edilmiş, çatı kirişleri ve tüm ahşap donanımlar sökülmüş ve yakıt olarak kullanılmış, kışın yağmur ve kar, korumasız kerpiç duvarların yıkımını tamamlamıştı. Tarlalar ekilmemişti ve çiftçilerden herhangi biri köyde kalmışsa, bunun nedeni açlıktan kaçamayacak kadar bitkin düşmüş olmasıydı.' 4

Her zamanki gibi, bu tür durumlarda en çok yoksullar acı çekerdi ve hayatta kalanlar genellikle köy ağaları, muhtarlar ve onların akrabaları olurdu. Ancak stokçuluk da yaygın bir eğilim hâline gelmişti. İngilizlerin doğrudan kontrol ettiği bölgenin dışında, Senendec yakınlarındaki toprak ağaları, 1918 sonbaharında kasten tahılı piyasadan alıkoyuyor, fiyatları yukarı doğru zorlamak için kışın kar ve seller nedeniyle yollar kapanana kadar insanlar açken bekliyordu. 1917'nin sonunda Kürdistan'ın pek çok yerinde, örneğin Sac Bulaq ve Süleymaniye çevresinde insanlar açlıktan ölüyordu. Kasım 1918'de Süleymaniye'nin savaş öncesi nüfusu 20.000'den 2.500'e düştü ve 'Her sabah çarşıda cesetler toplanıyordu ve bazı durumlarda insanlar ölü bebeklerini yiyordu.' Şemzînan'ın Nehrî bölgesinde, 250 evden sadece on tanesi ayakta kaldı, Rewandiz'da ise bu tablo 2.000 evden sadece 60 taneydi. Aynı bölgede Balik Aşireti'nin yüz kadar köyünden sadece üçü yerle bir edilmemişti. Savaşın başlangıcında Bradost Aşireti'nin yaklaşık 1.000 ailesinden sadece 157'si hayatta kalabilmişti; Rewandiz kesimindeki otuz küsur köyde 'Ne erkek ne kadın ne de çocuk kaldı.' İngiliz kuvvetleri, açlığın giderilmesi için yiyecek ve tarımsal üretimin eski hâline getirilmesi için tohum sağlayarak kapsamlı bir yardım operasyonu başlattı. Kürtlerin genellikle İngiliz kuvvetlerini kurtarıcıları olarak memnuniyetle karşılamaları pek şaşırtıcı değildir ve resmi kayıtların kendini tebrik eden tonunu affedebiliriz. Kürtler korkularını unutarak tepelerdeki sığınaklardan indiler ve fazla tayinleri dağıtan ve aldıklarını nakit olarak ödeyen bu şaşkın orduyla arkadaş oldular. 5

Kürtler açısından savaş bitmişti. Toplamda kaç kişi ölmüştü? 1914'te Sivas'ın doğusunda muhtemelen yaklaşık 3 milyon insan yaşıyordu. Kürtlerin sayısı muhtemelen Ermenilerden biraz daha fazlaydı, ancak her ikisi de yaklaşık 600.000 kişilik şehirli Türk nüfusuyla bir milyon civarındaydı. Kilikya ve Orta Anadolu'da yaşayanları da içeren toplam Ermeni ölüsü sayısı muhtemelen bir milyon civarındaydı. Doğu Anadolu'da çok az hayatta kaldı. Muhtemelen 500.000'den fazla Kürt sivil de öldü, muhtemelen yaklaşık olarak savaşçılarla birlikte 800.000'e ulaşıyordu. 6 Ama önce İngiltere, mağlup Türklerle nasıl başa çıkacağına ve hangi yeni sınırları istediğine karar vermeliydi. Siyasi ve ekonomik olduğu kadar stratejik nedenlerle de Musul'a sahip olmak istiyordu ve bu nedenle İngiliz kuvvetlerine 'stratejik noktaları işgal etme yetkisi veren ateşkes şartlarını kullandı. Türk Komutan Ali İhsan Paşa'ya kenti tahliye emri verildi; Mondros'tan on gün sonra şehir 8 Kasım'da ve vilayetin geri kalan kısmı 10 Kasım'da işgal edildi. İngiltere ile Türkiye arasında, her iki tarafın da Kürtlerin sadakatini kazanmaya dair bir çekişme konusu olacaktı. 7


Savaş Sonrası

Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918), Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisini resmileştirerek husumeti sona erdirdi. Turan ideali etrafında çılgınca hareket eden milliyetçilerin etkisiyle, Türk halkı neredeyse kendi topraklarını kaybedecek noktaya geldi. İngiliz donanması Boğazlar’da faaliyet gösterirken, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunan birlikleri, Türk topraklarının büyük kısmını işgal ediyordu; yalnızca Orta Anadolu’nun çorak bozkırları ve Karadeniz sahili bir nebze korunabilmişti. 1918 Ekim'inden 1919 Haziran’ına kadar olan süreç, Kürt halkı için ulusal bir devlet kurma yolunda en uygun dönemdi. 1919 Haziran’ından 1921 sonuna kadar ise hâlâ bu imkân mevcuttu. O dönemde siyasi boşluk hakim olmuştu: İttihatçılar kaçmış, padişah ve hükümetin yetkileri başkentle sınırlıydı. Osmanlı ordusu dağılmak üzereydi; kalan subaylar geleceğiyle meşguldü ve ordu, yerini yalnızca sembolik bir İmparatorluk Muhafızlığı'na bırakıyordu. Sykes-Picot Antlaşması'na göre, Kürdistan’ın büyük bir kısmını topraklarına katacak olan Rusya ise Sovyetler Birliği'ne dönüşmüştü ve artık toprak genişletme amacını gütmüyordu.

Kürdistan’ın tam bağımsızlığını kazanmak ve yabancı himayeden kurtulmak için hiç bu kadar uygun bir ortam olmamıştı. İngiltere ve Fransa’nın bu tür bir devletin kurulmasına karşı çıkacakları öngörülebilir olsa da, Urfa ve Antep’ten çekilmeleri, buna karşı koyacak güçleri olmadığını gösteriyordu. Eğer Kürt halkı, somut bir projeyle çıkış yapabilseydi, bu iki devlet, petrol imtiyazları almak için pragmatik bir yaklaşım sergileyebilirdi. Ayrıca İngiltere, Kürt devletinin kurulmasına içtenlikle sıcak bakıyordu; zira Kürt halkının 'feodal' yapısı, dini etkilerin modernleşmeye üstün geldiği bir liderlik şekline zemin hazırlamıştı ve bu fırsat kaçmış oldu. Geleneksel-modern çatışması içinde parçalanmış bir yönetim, bir dizi parti ve komiteye bölünmüş, bu da ulusal devlet kurma çabalarını boşa çıkarmıştı. O dönemin 'radikal' olarak tanımlanan kişiler aslında Osmanlı aydınlarıydı. Bu aydınlar, Osmanlı kültürünün ürünleriydi; sömürgeleşmiş, halkından yabancılaşmış, ancak halkının geri kalmışlık nedenlerini anlamaktan uzak kişilerdi. Bu kişiler, Avrupa kültüründen etkilenen, ancak halkını 'medeniyet' adına kurtarmaya çalışan bir anlayışla hareket ediyorlardı. Osmanlı Kürt aydınları, Kürdistan’ın kurtuluşunun İngiltere ve Fransa’nın onayına bağlı olduğuna inanıyorlardı. Hatta, İngiltere'nin bu konuda belirleyici bir rolü vardı. Halife-Padişah’ın başkanlığında kurulan İngiliz Muhibban Cemiyeti, birçok Kürt aydınının da yer aldığı bir organizasyondu.

Kürdistan'da, bağımsız beyliklerin çöküşünden sonra yerel iktidar daha küçük parçalara bölünmüş, her parça bir aşiret liderinin kontrolüne geçmişti. Hiçbir geleneksel lider, Bedirxan ya da Yezdanşirin gibi büyük bir kuvvet yaratacak güçte değildi. Yakın Doğu’daki (Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün vb.) devletlerin kurulmasında, Fransız ve İngiliz emperyalizmi önemli bir rol oynamıştır. Eğer Kürtler, bu devletlerin bir parçası olsaydı, bağımsız bir Kürdistan kurmuş olurlardı, zira Kürt yönetimi, Arap yönetimlerine kıyasla çok az gelişmişti. Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında kurulan çeşitli Kürt örgütlerine kısaca göz atalım. İlk olarak, Şeyh Seyit Abdülkadir’in oğlu Seyit Abdullah tarafından kurulan Cemiyet-i İstihlas-ı Kürdistan (Kürdistan Kurtuluş Cemiyeti) vardı. Ancak bu örgütün yalnızca diplomatik ilişkiler kurmaya çalıştığını ve başka bir faaliyeti olup olmadığını bilemiyoruz. Kahire'de Süreyya Bedirxan Bey tarafından kurulan Kürt İstiklal Komitesi ise, Türkiye Cumhuriyeti döneminde önemli bir isyanda başrol oynayacaktı. En dikkat çekici örgüt ise, Mutki aşiretinden Said Molla, Halil Hayali ve Muksî aşiretinden Hamza Bey’in kurduğu Kürdistan Teali Cemiyeti (Kürdistan Yükselme Cemiyeti)ydi. Bu cemiyet, Kürt halkının, Wilson İlkeleri’ne dayanarak kendi kaderini tayin hakkından faydalanmasını hedefliyordu. İstanbul’daki Kürtlerin büyük bir kısmını bünyesinde barındıran bu cemiyet, ilk kongresinde Şeyh Abdülkadir’i başkan Bedirxan’ın oğlu Emin Ali Bey’i başkan yardımcısı, Tümgeneral Fuat Paşa’yı ise başkanlık yardımcısı olarak seçmişti. Kongre sonrası, örgütün yöneticileri, Amerikan, Fransız ve İngiliz yetkililerine amaçları hakkında bilgilendirme yaptı.

Kürdistan’ın bağımsızlığı meselesi, cemiyetin içinde büyük tartışmalara yol açtı. Tam bağımsızlık isteyen 'radikal' genç militanlara karşı, Şeyh Abdülkadir ve eşrafı, Osmanlı sınırları içinde özerkliği savunuyordu. Abdülkadir 'Türklerin bu zor zamanlarında onlara karşı koymak ve Kürdistan’ı bağımsız yapmak, Kürt halkının onuruna aykırıdır. Onlara yardım etmek gereklidir' diyordu. Ancak birkaç yıl sonra Türkler, verdikleri sözü tutmadılar ve Kürtler, haklarını almak için isyan ettiler. Fakat bu çabalar sonuçsuz kaldı ve Mustafa Kemal, Şeyh Abdülkadir’i affederek idam edilmekten kurtardı. Kürt hareketinin en genç ve tutkulu üyeleri, yerel birimler kurmak ve halkla temas kurmak için Kürdistan'a geri döndüler. Bazıları, kısa sürede Sivas ile Malatya arasındaki bir bölgedeki aşiretleri ayaklandırmayı başardılar. 1919’un ortalarından itibaren, bağımsız Kürdistan'ın merkezi olarak kabul edilen Koçgiri bölgesinde örgütlenme başladı. Ancak, Kürdistan'ın geri kalanından kopmuş bu hareket, Mustafa Kemal’in birlikleri tarafından 1921 Mart’ının sonlarına doğru bastırıldı. 110 kişi idam edildi, fakat Mustafa Kemal, Dêrsim aşiretlerinin desteğini kazanmak ve iktidarının zayıf olduğu bu dönemde, bu kişileri affetti. 'Özerklik' yanlıları ile bağımsızlık savunucuları arasında anlaşmazlıklar, hareketin bölünmesine yol açtı. Bağımsızlık yanlıları, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti çevresinde örgütlendiler. Aynı dönemde, faaliyetleri net olarak bilinmeyen Kürt Millet Firkası da kuruldu. 1918 sonunda, Cemilpaşazâde’nin kurduğu ve Kürt özerkliğini savunan Diyarbakır Kürt Kulübü’nün çalışmaları daha iyi bilinmektedir. Başlangıçta kültürel faaliyetler yapmış olan bu kulüp, askeri birim kurmayı düşündüğünde, Kemalistler onlara karşı koymak için çoktan güçlenmişti. 8


Sevr Antlașması (10 Ağustos 1920)

Dönemin İngiltere Başbakanı Lloyd George, Savaş Günlükleri'nde şu şekilde belirtir: 'Irak ve Suriye'nin fethi henüz tamamlanmamışken barış konferansı düzenlemeyi kabul edemeyiz.' Bu, İngiliz işgalinin en kritik aşamalarından biriydi; ateşkes kararının sadece dört gün sonrasında Musul vilayetinin (günümüz Irak Kürdistanı) işgali gerçekleşti. Ancak Sykes-Picot Antlaşması'na göre Musul, Fransa'ya ait olacaktı. İngiltere, Kürt topraklarında pek çok araştırma yapmış ve bölgedeki petrol kaynaklarının büyük zenginliğini keşfetmişti. Yoğun tartışmaların yaşanacağı beklenerek yerel halkın desteğini kazanmak amacıyla, 1918 yılının başlarından itibaren Kürt liderleriyle temasa geçmeye çalıştılar. İngiltere'nin ilerleyen dönemlerde Irak’ın ilk Yüksek Komiseri olacak Sir Percy Cox, Haziran 1918’de, özerk veya bağımsız bir Kürdistan kurulmasını görüşmek için, Barış Konferansı'nda Kürt Heyeti başkanı olarak yer alacak General Şerif Paşa ile Marsilya’da buluştu.

Sovyetler Birliği olarak yeniden şekillenen Rusya, 3 Aralık 1917 tarihli Doğu Halkları Bildirgesi'nde, İran ve Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşımına dair Çar hükümetinin imzaladığı anlaşmaları geçersiz saydığını duyurdu. Bu durum, 'Rus' bölgesinin iştah kabartan paylaşım planlarının hedefi haline gelmesine yol açtı. İtilaf Devletleri’nin zaferinde büyük pay sahibi olan Amerikalılar ise kendi bölümlerini almak istiyorlardı. King Crane Komisyonu, Barış Konferansı'nda sunduğu raporda, Çarlık Rusyası’na dahil edilmesi beklenen toprakların büyük kısmı üzerinde bir Ermeni devleti, Anadolu’nun bir kısmında İstanbul’u başkent yapacak bir Türk devleti ve Kürtlerin çoğunlukta olduğu toprakların dörtte birini kapsayan bir Kürdistan kurulmasını önerdi. Tüm bu devletlerin, Amerika'nın mandası altına girmesi planlanıyordu.

Fransa, başlangıçta şüpheci yaklaşmasına rağmen, konferansta Kürt devleti kurma önerisini onayladı. Ancak bu devletin, Suriye sınırındaki Kürt toprakları ya da Sykes-Picot Antlaşması ile belirlenen 'Kilikya' ve Fırat’ın batısındaki bölgeleri içermemesi gerektiğini şart koştu. Kürt ve Ermeni heyetleri, 20 Aralık 1919’da Paris’teki anlaşmazlıklarını çözüme kavuşturarak bir mutabakata vardılar. Kürtler adına General Şerif Paşa, Ermeniler adına ise Bogos Nubar Paşa bu anlaşmayı imzaladı. Sevr'deki Barış Konferansı’na katılan ülkeler ve gözlemciler arasında Britanya İmparatorluğu, Amerika Birleşik Devletleri (gözlemci), Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz (günümüz Suudi Arabistanı), Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti (bugünkü Yugoslavya), Çekya, Türkiye ve Kürt-Ermenistan tartışmasına gözlemci olarak katılan bir Kürt heyeti yer aldı. Konferans sonunda, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı ve 433 maddelik metin sona erdi.

Kürdistan’a dair III. bölümün (mad. 62-64) tam metni şu şekildedir:

Madde 62
İstanbul'da oturan ve sırasıyla İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükümetleri tarafından atanan üç üyeden oluşan bir Komisyon, işbu Antlaşma'nın yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde, Madde 27, II, (2) ve (3)'te tanımlandığı gibi, Fırat'ın doğusunda, Ermenistan'ın bundan sonra belirlenecek güney sınırının aşağısında ve Türkiye'nin Suriye ve Mezopotamya ile olan sınırının kuzeyinde kalan ve ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bölgeler için bir yerel özerklik planı hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliği sağlanamazsa, bu sorun Komisyon üyeleri tarafından kendi Hükümetlerine havale edilecektir. Plan, bu bölgelerdeki Süryani-Keldanîler ve öteki etniksel ya da dinsel azınlıkların korunması için tam güvenceler içerecek. Bu amaçla, İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerden oluşan bir komisyon, işbu Antlaşma hükümlerine göre, Türk sınırının İran sınırıyla çakıştığı yerlerde varsa ne gibi düzeltmeler yapılması gerektiğini incelemek ve karara bağlamak üzere bölgeyi ziyaret edecektir.

Madde 63
Türk Hükümeti, 62. Madde'de sözü edilen her iki Komisyon'un kararlarını, adı geçen Hükümet'e tebliğinden itibaren üç ay içinde kabul etmeyi ve uygulamayı kabul eder.

Madde 64
İşbu Antlaşma'nın yürürlüğe girmesinden başlayarak bir yıl içinde, 62. Madde'de tanımlanan bölgelerde yaşayan Kürt halkı, bu bölgelerin nüfusunun çoğunluğunun Türkiye'den bağımsızlık istediklerini gösterecek biçimde Milletler Cemiyeti Konseyi'ne başvururlarsa ve Konsey, bu halkların böyle bir bağımsızlığa yetenekli olduklarına kanaat getirir ve bunun kendilerine verilmesini tavsiye ederse, Türkiye, böyle bir tavsiyeyi yerine getirmeyi ve bu bölgeler üzerindeki bütün hak ve sıfatlarından vazgeçmeyi kabul eder. Bu feragate ilişkin ayrıntılı hükümler, Başlıca Müttefik Devletler ile Türkiye arasında yapılacak ayrı bir antlaşmanın konusunu oluşturacaktır. Böyle bir feragat gerçekleştiği takdirde, Kürdistan'ın şimdiye kadar Musul vilayetine dahil edilmiş olan kısmında yaşayan Kürtlerin, böyle bir bağımsız Kürt Devleti'ne gönüllü olarak katılmalarına Başlıca Müttefik Devletler tarafından hiçbir itirazda bulunulmayacaktır. 7

62. Maddede belirtilen sınırlar hakkında tartışmalara girmeden, gelecekteki Kürdistan’ın bu Antlaşma’da kabul edilen hatlarına değinmeden önce, Musul’un Kürdistan’ın diğer bölgeleriyle doğrudan bir ilişkisi olmadığını belirtmek önemlidir. Ancak, bağımsız bir Kürt devleti kurulduğunda, bu petrol bölgesi de bu devletin parçası olabilir. 'Nüfusun çoğunluğu Türkiye’den bağımsızlık isterse' durumu yalnızca, Konsey'in bu halkın bağımsızlık için yeterli olduğunu onaylaması halinde gerçekleşebilir. Aksi takdirde, Büyük Britanya'nın mandası altına alınması talep edilecektir. Kürt topraklarının sınırları hakkında daha fazla ayrıntıya girildiğinde, Adıyaman, Malatya, Elbistan, Darende, Divriği gibi bölgeler, Fırat’ın batısında yoğun Kürt nüfusunun yaşadığı iller, keyfi bir şekilde sınırların dışında bırakılmıştır. Bu iller, 10 Ağustos 1920’deki mütarekeye göre, Fransa'nın özel çıkar bölgesi olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, 27. maddenin II/2 ve 3. fıkralarındaki tanımla, Suriye’ye bırakılacak bölgeler arasında Güneyde Kürt Dağı ve Cizre Ovası dışında, Kilis, Antep, Birecik, Urfa, Mardin, Nusaybin ve Cizre illeri de Fransız mandası altına girmekteydi.

Ermenistan’ın güney sınırına gelince, bu sınır, Antlaşma'nın 89. maddesiyle belirlenmişti. Burada, Ermenistan ve Türkiye arasındaki sınırın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın hakemliğine sunulacağı belirtiliyordu. Amerika Başkanı Wilson’un kararı, kendi kaderini tayin hakkı ilkesine dayalıydı. Ermenistan’a verilen topraklar arasında, nüfusunun büyük kısmı Kürtlerden oluşan Musul, Erzincan, Bingöl, Bitlis, Van, Ağrı, Iğdır, Erzurum gibi bölgeler de yer alıyordu. Sonuç olarak, bu Antlaşma'nın öngördüğü 'bağımsız Kürdistan' topraklarının üçte ikisi, verimli arazileri ve hayvancılıkla geçinen bölgeleri dışında bırakılmış ve sadece Diyarbakır’ı başkent, Musul’u ekonomik merkez yapacak şekilde şekillendirilmişti. Bu durum, Kürt halkı için adaletsiz ve haksız bir çözüm sunuyordu. Sevr Antlaşması, Türk halkı gibi Kürt halkı için de eşit olmayan, utanç verici bir anlaşma olarak kabul edilebilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve ardından diğer halkların kendi devletlerini kurma sürecinde, Kürt halkı siyasi yetersizlik nedeniyle geride kalmış ve Osmanlı Kürdistanı, Türkiye, Irak ve Suriye arasında bölünmüştür. 8


Kaynakça

  • 1.PP, The Treatment of Americans(Ermenilere Yönelik Yaklaşımlar), s. 100.
  • 2.Hovanissian, Armenia on the Road (Ermenistan Yolunda), s. 46.
  • 3.The Treatment O Armenians (Ermenilere Yönelik Yaklaşımlar), s.36-60, Miss G.H. Van'daki Amerikan Misyonundan Knapp.
  • 4.Review of Administration 1914, s.46-47.
  • 5.Review of Administration 1914, s. 47.
  • 6.Zeki, Hulasat, s.259, dipnot; Olson, Kürt Milliyetçiliğin Doğuşu, s. 21.
  • 7.McDowall, D.(2024). Modern Kürt Tarihi(Muhammed Hizmetçi, Çev.). Aryen Yayınları.
  • 8.Chaliand, G. (Der.). Kürtler ve Kürdistan: Orta Doğu'da Kürt Ulusal Sorunu. Ayçanur Top (Çev.). Aryen Yayınları, 2021.